Guernica

GUERNİCA

Pablo Picasso’nun en ünlü ve en önemli eseri olan Guernica tablosu belki de gelmiş geçmiş en büyük savaş karşıtı eserdir.
Picasso’nun bu ünlü eserinin konusunu anlamak için İspanya’nın yakın tarihine şöyle bir bakmak gerekir:1.Dünya Savaşı’ndan sonra, İspanya’da büyük bir kargaşa olmuştur. Bilhassa 1923 yılında General Primo de River’nın yönetime el koymasıyla karışıklıklar artarak devam etmiştir. Özellikle İspanya’nın birçok farklı ulustan oluşan yapısına duyarlı olunması gerektiğini savunan Cumhuriyet yanlıları yönetime büyük baskı oluşturmuş ve 1930 yılında General River’in istifasına neden olmuşlardır. Yeni Cumhuriyet hükümeti ilerici bir Anayasa çıkarmış ve beklide İspanya’nın en demokratik yıllarını yaşatmıştır. Ancak Cumhuriyetçilerin işçilere yaptıkları reformlar bazı çıkar çevrelerince tepkiyle karşılanmıştır. Bunun yanında Katolik kurumlarında geri planda kalmak istememesi nedeniyle gerici çevreler harekete geçmiştir. Özellikle silahlı faşist bir örgüt olan Falanj, Francisco Franco önderliğinde Cumhuriyetçilere karşı çıkmıştır. Böylelikle 1936 ve 1939 yılları arasında yaklaşık 1 Milyon insanın hayatını kaybettiği İspanya İç Savaşı başlamıştır. Savaşın sonunda faşistler yönetimi ele geçirmiş ve General Franco devlet başkanı olmuştur. Franco 2.Dünya Savaşına girmese de Hitler’e destek olmuş, yönetimde kaldığı süre boyunca baskıcı bir rejim uygulamıştır.
İşte Picasso, yaşanılan bu korkunç dönemi anlatmak için İç savaş sırasında yaşanılan gerçek bir olayı resimlemek istemiştir. Cumhuriyetçilere karşı giriştiği savaşta Franco, kendisi gibi faşist olan Adolf Hitler’den destek almıştır.28 Nisan 1937’de küçük bir Bask kasabası olan Guernica Hitler’in uçakları tarafından bombalanmıştır. Yerle bir olan kasabada yaşanılanlar yıllarca unutulmamış, özellikle Cumhuriyetçilerin önem verdiği bir gün olarak tarihe geçmiştir.
Picasso, bu tobloyu İspanya Cumhuriyeti adına 1937 yılında Paris’te düzenlenecek olan Dünya Fuarı için yapmıştır. Boyutları 3.50m’ye 7.80m olan bu büyük tablo Picasso o bilindik üslubuna çok benzer. Kübist akımın tüm özelliklerini taşıyan bu eserde çeşitli insan ve hayvan figürleri yer almıştır. Bu figürler bombalama sırasında adeta acı çekmektedir. Klasik anlatımın oldukça dışında olan bu eser savaşın acımasızlığını ve anlamsızlığını gözler önüne sermektedir.

Onur ÇOBAN

DR. CALİGARİ’NİN MUAYENEHANESİ

DR. CALİGARİ’NİN MUAYENEHANESİ

Sinema tarihinde çok önemli bir yeri olan DR. Caligari'nin Muayenehanesi adlı film 1920 yılında Robert Wiene tarafından çekilmiş bir Dışa Vurumcu Alman Filmidir.
Bu çalışmada kısaca filmin öğelerinden bahsedilmiştir.

OYUNCULUK:
Filmde oyuncular oldukça abartılı ve teatral bir oyun ortaya koymuşlardır. Özellikle Dışavurumcu Alman Sinemasında oldukça fazla görülen abartılı oyunculuk filmde fazlaca yer alır.

MEKAN TASARIMI:
Filmdeki dekorlar oldukça göze batmaktadır. Doğal olmayan bu dekorlar dışavurumculuğun izlerini taşır. Özellikle eğri çizgiler abartılı cisimler(sandalye vs.)Simetrik olmayan oda dekorları ön plana çıkmaktadır.

KARAKTERİZASYON:
Filmde birçok karakter bir arada yer almaktadır. Başrollerin dışında yan karakterlerde oldukça etkili bir biçimde filmde yer alır. Karakterlerin ruhsal durumu(korku, bunalım) ön plana çıkarılmıştır

TEMA:
Filmde yer alan konu Dönemine oldukça uygundur. Bir güç mücadelesi oldukça psikolojik ve dramatik bir biçimde ele alınmıştır. Kişilerin ruh durumları filmin konusunda çok önemlidir. Bir doktorun uyurgezer bir insanı kontrolü altına alma çabası ve hatta bu konudaki takıntısı oldukça iyi bir biçimde sunulmuştur. Ayrıca filmdeki ‘mağdurlar’ çok iyi bir şekilde ele alınmış bunlar anlatılırken soyutlama ve simgecilik gibi yöntemler tercih edilmiştir.

KAMERA:
Genellikle sabit kullanılan kamera daha çok genel plan üzerine yoğunlaşır. Özellikle arkadaki dekorun gözükmesi sağlanılmıştır. Bunun dışında yer yer detay çekimleri kullanılmış özellikle karakterlerin yakın yüz planlarıyla psikolojik etkiler artırılmaya çalışılmıştır.

IŞIK:
Filmin tamamı doğal olmayan ışıkla çekilmiştir. Büyük gölgeler bunun en belirgin göstergesidir. Bunun dışında yakın çekimlerdeki gölge kullanımı dramatik etkiyi artırmıştır.

ONUR ÇOBAN

Yılmaz Güney


Yılmaz Güney

Asıl adı Yılmaz Pütün olan, sanatçı Yılmaz Güney;1 Nisan 1937’de Adana’nın Yenice köyünde dünyaya geldi. Özellikle 1960’ların sonlarına doğru yaptığı gerçekçi filmleriyle Türk Sinemasının en önemli oyuncu ve yönet menlerinden biri olduğunu kanıtladı.
Bir işçi ailesinin yedi çocuğundan biri olan Güney, İlk ve orta öğrenimini Adana'da tamamladı. Bu yıllarda pamuk işçiliğinden muhasebeci­liğe kadar çeşitli işler yaptı; And Film ve Kemal Film şirketlerinin bölge temsilcilikle­rinde memur olarak çalıştı. Edebiyatla ilgilenmeye ve öyküler yazmaya da aynı dö­nemde başladı. En sonunda Ankara üniversitesi Hukuk ve İstanbul Üniversitesi İktisat fakültelerin­de okudu.
Üniversitede okurken yönetmen Atıf Yılmaz'la tanıştı. Onun yar­dımı ve desteğiyle senaryo yazarlığı, yönet­men yardımcılığı ve oyunculuk yaparak sinemada çalışmaya başladı. Atıf Yılmaz'ın yönettiği Bu Vatanın Çocukları (1958) filminin senaryosunun yazımına katıldı ve filmde oynadı. Aynı yıl, gene Atıf Yılmaz'ın yönettiği Alageyik'in senaryosunun yazımı­na katıldı, oyuncu ve onurcoban.comyönetmen yardımcısı olarak da görev aldı. Bu arada öyküleri On Uç ve Yeni Ufuklar gibi dergilerde yayımla­nıyordu. 1956'da çıkan bir öyküsünde ko­münizm propagandası yaptığı gerekçesiyle yargılandı ve 1961'de 1,5 yıl hapse mahkum oldu. 1963'te serbest kalınca tekrar sinema­ya döndü. Küçük şirketlerin aceleye getiril­miş, sıradan serüven filmlerinde roller aldı ve zaman zaman senaryo yazımından çeki­me kadar bu filmlerin bütün aşamalarında çalıştı. Kabadayıların, fedailerin, kiralık katillerin dünyasının ağırlıkta olduğu, kav­galı, dövüşlü İkisi de Cesurdu (1963), On Korkusuz Adam (1964), Zımba Gibi Deli­kanlı (1964), Kara Şahin (1964), Kasımpaşalı (1965), Torpido Yılmaz (1965), Üçünüzü de Mıhlarım (1965), Silahların Kanunu (1966), Kovboy Ali (1966) gibi filmlerde canlandırdığı ezilen, itilen, ama yazgısını kabullenmeyip kötülüğe karşı direnen, dü­rüst ve cesur "Anadolu çocuğu" tiplemesiy­le taşra izleyicisi tarafından çok tutuldu. Aranan bir oyuncu olarak kendini kabul ettirdi ve 1966 tarihli filmi Çirkin Kral'ın adıyla anılmaya başladı.
Güney'in senaryosunu Lütfi Akad'la bir­likte yazdığı ve Akad'ın yönettiği Hudutla­rın Kanunu (1966) Türk sinemasındaki gerçekçi çizginin en başarılı ürünlerinden biri oldu. Güney, bu filmde ve gene Akad'ın yönettiği Kızılırmak-Karakoyun'da (1967) Anadolu insanının gerçekçi ve derin­likli portresini çizdi.
1966'da At Avrat Silah'la yönetmenliğe başladı. Bana Kurşun İşlemez (1967), Be­nim Adım Kerim (1967) ve Pire Nuri'nin (1968) ardından, ilk önemli yapıtı olan Seyyit Han'ı (1968) çekti. Doğu'da geçen bir aşk öyküsü çevresinde gelişen bu film aslında yalnız kahraman tipini tekrarlıyor, ama gerçekçi, şiirsel ve akıcı bir anlatımla ortaya koyuyordu. Güney ertesi yıl gene Doğu'da, Muş'ta askerliğini yaparken ger­çekleştirdiği Aç Kurtlar'da karı ve doğayı etkili biçimde kullandı.
Zor koşullar­dan kurtulmaya çalışırken, geleneksel inançlarla çağdaş mücadele biçimleri ara­sında bocalayan faytoncunun dramını per­deye getiren ve otobiyografik özellikler taşıyan bu film, öyküsünün sağlamlığı kadar gerçekçi anlatımı ve görsel zenginliğiyle de Türk sinemasının gelişimi üzerinde belirleyi­ci bir etki yaptı. 1970 Adana Altın Koza Film Şenliği'nde en iyi film seçildi. Fransa' da Grenoble Şenliği'nde de Jüri Özel Ödülü’nü kazandı.
Umut'u, her ikisi de Güney'in gerçekçi çizgisini sürdüren Acı (1971) ve Ağıt (1971) izledi. Güney, aynı yıl gerçekleştirdiği öteki beş filminden Yarın Son Gündür'de serüven düşkünü iki arkadaştan yola çıkarak siyasal bir alegori denemişse de, derinlikli bir çizgi tutturamamıştı. Gene 1971 yapımı Umutsuzlarda ise orta sınıftan bir ailenin kızı balerin Çiğdem ile Mafya şefi Fırat'ın olanaksız aşkını anlatırken, burjuva değer­lerini eleştirmeyi amaçlıyor, ama bunu ya­parken gene yalnız kahraman tipini ve feodal değerleri öne çıkarıyordu.
Güney Mart 1972'de siyasal olaylara karış­tığı gerekçesiyle tutuklandı. Baba filmi o yılın Adana Altın Koza Film Şenliği'nde en iyi film seçildiyse de, jüri sonradan kararını değiştirerek Güney'e verilen ödülleri geri aldı. Yarıda kalan Zavallılar adlı filmi 1975'te Atıf Yılmaz bitirdi. Bu arada Güneywww.onurcoban.com
1966'da yayımlanan Boynu Bükükler adlı romanını geliştirerek Boynu Bükük Öldüler (1971) adıyla yayımlamış ve bu yapıtıyla 1972 Orhan Kemal Roman Armağanı'nı kazanmıştı. Aynı yıl Milliyet gazetesi­nin yaptığı soruşturmada yılın sanatçısı seçildi.
Serbest bırakıldığı 1974'te, yolları ayrılmış iki üniversite arkadaşının yıllar sonra birbir­lerini bulmaları üzerine gelişen ve farklı toplumsal sınıfları karşılaştırmayı denediği Arkadaş'ı gerçekleştirdi. Burjuva yaşam biçimine daha tutarlı bir açıdan bakan film, yer yer ezik kahraman tipinin izlerini de taşıyordu. Güney aynı yıl, kan davası olgu­sundan yola çıkarak feodal değerleri köklü bir biçimde eleştirdiği, sinemasal açıdan da zengin ve akıcı anlatımına yeniden ulaştığı Endişe filmine başladı. Filmin Adana'daki çekimleri sırasında çıkan bir olayda Yumurtalık savcısını öldüren Güney 18 yıl hapse mahkum oldu. Endişe'yi yardımcısı Şerif Gören tamamladı.
Güney cezaevindeyken sinemayla ilişkisini sürdürdü. En ince ayrıntısına kadar yazıp oluşturduğu ve çekimini içerden denetlediği senaryolarından Sürü (1978) ve Düşman (1979) Zeki Ökten, Yol (1981) Gören tarafından filme alındı. Değişim içindeki Türk insanının yaşamından özgün görüntü­ler aktaran Sürü ve Düşman, çağdaş yaşam biçimine karşı bir tepki de içeriyordu. Cezaevinde yazarlığı da sürdüren Güney'in yazıları bu dönemde Güney dergisinde ya­yımlandı; Hücrem (1975), Salpa (1975, 1989), Sanık (1975, 1990), Selimiye Mek­tupları (1976), Seçimlerde CHP Neden Des­teklenmelidir? (1977), Soba, Pencere Camı ve İki Ekmek İstiyoruz (1977), faşizm Üzerine (1979), Paris Komünü Üzerine (1979), Oğluma Hikayeler (1979) adlı kitap­ları ve bazı filmlerinin senaryoları basıldı.
Güney 1981 yılında Isparta Cezaevinden kaçarak gizlice yurt dışına çıktı.Yol filmini yeniden kurgulayarak 1982 yılında Cannes Film Şenliğinde büyük ödül Altın Palmiye’yi Costa Gavras’ın Kayıp adlı filmiyle paylaştı.Türkiye’ye geri dönmemesi üzerine yurttaşlıktan çıkarılan Güney aynı yıl Fransa’da Duvar adlı filmi yazdı ve yönetti.Türkiye’de sıkıyönetim sırasında tüm filmleri yasaklandı. 9 Eylül 1984’te Paris’te hayatını kaybetti.Yolmaz Güney, İtalyan yeni gerçekçiliğini ve Amerikan Western’ini Anadolu halk anlatı geleneğiyle birleştirmiştir.Ayrıca geniş kitlelere seslenmeye çalışmış,bunda da başarılı olmuştur.Ezilenlerin hayatların,toplumda bulunan eşitsizlikleri çok iyi yansıtmıştır.

Onur ÇOBAN www.onurcoban.com
İ.Ü.İletişim Fakültesi

Savaşın Sinema Üzerindeki Etkisi

Savaşın Sinema Üzerindeki Etkisi

Savaşlar,tarih boyunca bir çok yıkıma ve milyonlarca insanın ölümüne neden olmuştur.Bununla birlikte birçok toplumsal harekete,reform çalışmalarına,devrimlere ve teknolojik gelişmelere de neden olan savaşlar,güzel sanatlara da yön vermiştir.Gelmiş geçmiş en kanlı ve en yıkıcı savaş olan 2.Dünya Savaşı da 20.yüzyılın en büyük sanatı olan sinemayı da derinden etkilemiştir.
1945’te sona eren 2.Dünya Savaşından önce Sinema klasik diye bileceğimiz bir anlatım tarzı benimsiyordu. Bu gerek Westernlerde gerekse müzikallerde böyle idi.Tür filmlerinin en çok görüldüğü ABD’de belli kalıpların dışına çıkmak neredeyse imkansızdı.ABD kadar olmasa da Avrupa sinemasında da durum aynıydı.Buna karşın 1945 yılından sonra çoğu şey değişiklik gösterdi.Gerek ABD gerekse Avrupa’da başlayan savaş karşıtı hareketler sinemada kendisini gösterdi.Özellikle geçmişte yaşanılan acıların nedeni olarak yaşlıları gören yeni bir genç nesil doğdu.Bu nesil bir bakıma kaçış filmleri olan yapıtları izlemek istediler.1960’larda yaşanılacak hareketlere kadar bu durum böyle devam etti.
Savaş,sinema için inanılmaz boyutta bir konu kaynağı oldu.Özellikle Hollywood,savaşta ABD askerlerinin yaşadıklarını anlatan filmleri ardı ardın vizyona soktu.Tartışmasız hakkında en fazla film yapılan savaş olan 2.Dünya Savaşı,bu bakımdan ticari bir kazanç kapısı haline geldi.Günümüzde bile o yılları anlatan bir çok film çekilmektedir.
Savaş Avrupa’da birçok akımın başlamasına neden oldu. Özellikle İtalya’da başlayan Yeni Gerçekçilik akımı bunun en belirgin özelliğidir. Bu akım, savaşta yıkıma uğramış bir ülkeyi gerçekçi bir şekilde filme almak isteyen genç yönetmenler tarafından başlatılmıştır.www.onurcoban.com
İtalyan Yeni Gerçekçiliği gibi birçok ülkede gerçekçi filmler ön plana çıkmıştır. Bununla beraber 1960’larda Fransa’da gerçekleşecek olan Yeni Dalga’da da dolaylı olarak savaşın etkisi vardır denilebilir. ABD’de ise müzikaller başta olmak üzere birçok eser yavaş yavaş klasik üsluptan ayrılmaya başlamıştır.www.onurcoban.com
Konu olarak bakıldığında savaşın anlamsızlığını anlatan veya tam tersi savaştaki kahramanlık destanlarını içeren filmler üretilmiştir.Bununla birlikte çoğu filmde yıkılan şehirler dekor olarak kullanılmıştır.
Sonuç olarak 2.Dünya Savaşı,birçok savaş gibi toplumları derinden etkilemiştir.Sinemada her açıdan bundan etkilenmiş yeni akımlar üretmiştir.

ONUR ÇOBAN

Geçiş Dönemi Türk Sineması

Geçiş Dönemi Türk Sineması
Türk Sineması 20. yüzyılın başından günümüze kadar olan süreç içerisinde çeşitli dönemler geçirmiştir. Bunların içinde çok önemli bir yere sahip olan ‘Geçiş Dönemi Türk Sineması’ 1940’tan 1950’lere kadar etkisini göstermiştir.
Bu dönemde Türk Sineması büyük ölçüde tiyatrodan etkilenmiştir. Daha önceki dönemlerde olduğu gibi sinema endüstrisinde birçok tiyatro kökenli kişi yer almaktaydı. Ancak bu dönemde yavaş yavaş ‘sinemacılar’ bu sektörde çalışmaya başladılar. Birçok yönetmen basitte olsa bir sinema dili yakalamaya çalıştı. Özellikle 1948 yılında yerli film biletlerinden alınan vergilerin düşürülmesi bu sektöre büyük bir canlılık getirmiştir. İzleyici kitlesinin artmasıyla daha fazla sayıda film üretilmiştir. Filmlerin konusu genellikle melodramlar, tarihsel serüvenler ve polisiyelerdir.
Tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de 2. dünya savaşının izleri hala görünmektedir. Özellikle sinema bundan çok etkilenir. Bunun dışında ABD ve Mısır’dan gelen filmlerin etkileri açık bir şekilde görülür. Geçiş döneminde gerekse daha önceki dönemlerde ABD ve Mısır sineması Türk sineması için birer örnek oluşturur.
İşe doğrudan doğruya sinemacılıkla başlayan yönetmenlerin çoğu sinemacılık eğitiminden geçmişlerdir. Bu eğitim daha çok ses ve görüntü yönetmenliği gibi teknik konularda uzmanlaşan bir eğitimdi. Yönetmenler doğrudan doğruya kendileri gibi sinemayla işe başlayan yeni bir oyuncu kadrosu yetiştirdiler.
Faruk Kenç'in yönetmenliğe başlamasıyla bu dönem ilk ciddi ürünlerini verir. Faruk Kenç'in Yılmaz Ali adlı ilk polisiye film denemesinde oynayan Suavi Tedü'yle ilk jön tipi ortaya çıkar.
Geçiş dönemi Türk sineması Türkiye’de gerçek anlamda bir sinema sektörünün yaratılmasına neden olmuştur. Ayrıca birçok yeni film şirketinin kurulması bu döneme denk gelir.Geçiş dönemi Türk sinemasının en önemli yönetmenleri; Faruk Kenç, Baha Gelenbevi, Şakir Sırmalı, Vedat Örfi Bengü, Turgut Demirağ gibi isimlerdir.

Onur Çoban
İ.Ü.İletişim Fakültesi

Fantastik Sinema

Fantastik Sinema

Sinemada fantastik, bir türden çok, ortak paydası gerçeklikten uzaklaşma olan birbirinden çok farklı eğilim ve akımları ifade eder. Gerçektende gerek komedi gerekse korku gibi birbirinden farklı türdeki filmlerde fantastik öğelere rastlamak mümkündür.
Sinemanın ilk yıllarından itibaren büyük ilgi duyan fantastik filmler, 2000’li yıllarda etkisini hızla artırmıştır. Özellikle Yüzüklerin Efendisi serisinin aldığı taktir ve tabiî ki gişe başarısı bunu tetiklemiştir.20.yüzyılın başlarında konusunu edebiyattan alan(Drakula, Frankenstein vs.) filmler çekilmiştir. Ayrıca 1930’lu yıllarda King Kong gibi özgün filmlerde üretilmiştir.Tür 1950’lerde İngiltere’de canlılık kazanmıştır. Bunun dışında Kubrick’ten Spielberg’e kadar birçok yönetmen filmlerinde fantastik öğeleri kullanmıştır.Fantastik öğeler bilimkurgu veya epik tarzda filmlerde bolca kullanılmasına rağmen birçok yönetmen farlı tarzlarda (korku,polisiye) bunlardan yararlanmıştır.

Bisiklet Hırsızları ve Umut

Bisiklet Hırsızları ve Umut

İtalyan Yeni Gerçekçiliğinin en önemli filmlerinden biri olan Bisiklet Hırsızları ile Türk Yeni Gerçekçiliğinin en başarılı filmi Umut birçok açıdan birbirlerine benzemektedirler.Özellikle her ikisinin de gerçekçi öğeler taşıması ve dönemlerinin sorunlarını iyi bir şekilde yansıtmaları bunun en güzel kanıtıdır.www.onurcoban.com
Her iki filmde farklı dönemlerde çekilmiştir.Buna karşın benzer özellikler göze çarpar.Bisiklet Hırsız’ları 2.Dünya savaşından sonra İtalya’daki zor yaşam şartlarının birazda belgesel niteliğinde ekrana yansıtmaktadır.Umut ise ,özellikle filmin ilk bölümünde, arabacılık yapan bir adamın zor yaşam koşulların gerçekçi bir şekilde gösterir.Bisiklet Hırsız’larında ailesinin geçimini sağlamak için sürekli iş arayan Ricci, iş bulmasına rağmen kırık olan bisikletini tamir etmesi gerektiğini öğrenir.Bunun içinde eşinin de yardımlarıyla sahip olduğu bazı şeyleri satarak bisikleti tamir ettirir.Aynı şekilde Umut’ta da Yılmaz Güney’in canlandırdığı Cabbar yoksulluk çeken ailesi için evindeki eşyaları satarak geçim kaynağı olan at almak istemektedir.Umut’ta basit bir at arabasının bir ailenin geçim kaynağı olduğu gösterilir.Tıpkı Bisikletin Ricci için olduğu gibi.
Her iki filminde konusu hemen hemen aynıdır.Cabbar’da Ricci’de ailelerini yoksulluktan kurtarmak istemekte,her ne kadar umutsuz bir durumda da olsalar,içlerindeki umut kaybetmemektedirler.Özellikle Umut filmindeki umudun piyangoya bağlanması buna örnek olarak gösterilebilir.
Umut’ta atının ölümü ve Bisiklet Hırsızların da bisikletin çalınması iki filmde de ortak anlama gelir.Yaşam için olmasa olmaz olan şey yitirilmiştir.Her iki filmde de ilk gidilen yer karakoldur.Ancak polis iki filmde de umursamaz gözükür.Bu Bisiklet Hırsız’larında sorunun çok küçük olduğunu düşünen polisle,Umut’ta ise bir arabacının sözüne güvenilmemesi gerektiğini düşünen polisle gösterilir.
Filmlerin bir başka ortak noktası da dini hurafelere olan aşırı bağdır.Umut’ta bir çıkış yol olarak bir hocanın sözleri gösterilmektedir.Hoca Cabbar ve arkadaşına bir hazinenin gömülü olduğu yeri söyleyecek ve sonun da ikisi de zengin olacaktır.Bisiklet Hırsızlarında ise bisikletini kaybeden Ricci son bir umut olarak bir falcıya gitmektedir.Her iki filmde de bu tür hurafelere sıkı sıkı bağlı olan toplumlar açıkça onurcoban.comgösterilmiştir.
Sendikalar ve işçi hareketleri iki filmde de yer alır.Ancak ayrıntıya fazla girilmez.Bu karşılaştırmada Umut filmi biraz daha politik durur.Özellikle Cabbar yürüyüşlere destek veren bir kişi olarak gösterilir.
Arkadaşlık her iki filmde de önemlidir.Bisiklet Hırsızlarında Ricci kaybolan bisikletini ararken arkadaşları ona yardım eder.Ricci gibi yoksul sınıfa dahil olan Cabbar’da arkadaşı ile beraber define aramaktadır.




Filmler çekim teknikleri açısından da birbirlerine benzerler.Her iki filmde dış mekanda çekilmiştir.Doğal dekor ve gerçekçi karakterler-ki Bisiklet Hırsızlarında baş rolü amatör bir oyuncu oynar- filmleri belgesele yaklaştırır.Ama elbette ki birçok kurmaca öğe içererek.(bu daha çok umut filmini ikinci kısmında belli olur)Işıkta doğallık tercih edilmiştir.Özellikle gölgelerin bariz bir şekilde belli olması bunun en büyük kanıtıdır.Hareketli kamera ise en tercih edilen çekim tekniklerinin başında gelir.
Her iki filmde gerçekçi olma çabasındadır.Sosyal sorunlara dikkat çeker.Ayrıca filmler de ki umutsuz son aynıdır denilebilir. Tüm bunların yanı sıra her iki filmde ülkelerinin özellikleri bakımından farklılık gösterirler.Umut’ta Anadolu giysi ve ev tipleri öne çıkarken,Bisiklet Hırsızlarında Roma’nın savaş sonraki hali resmedilmektedir.
Yukarda da belirtildiği gibi Dünya sinemasının baş yapıtlarından olan Vittorio de Sica’nın Bisiklet Hırsızları adlı filmi ile Türk sinemasının en gerçekçi filmlerinden biri olan Yılmaz Güney’in Umut filmi ortak özellikler gösteren başyapıtlardır.

Onur Çoban
İ.Ü.İletişim Fakültesi

Site hakkında

Sinema TV Dersleri

Ülkemizdeki onlarca iletişim fakültesi başta olmak üzere Güzel Sanatlar'dan özel kuruluşlara kadar birçok yerde Sinema ve TV alanında dersler verilmektedir.Bu yerlerde eğitim alan öğrencilerin en büyük eksikliği Türkçe kaynaklardaki yetersizlik olarak görülmektedir.
Bu blog öğrencilerin ihtiyaçlarını karşılamak için kurulmuştur.Ders notları başta olmak üzere hazırlanan ödev çalışmaları bu sitede kullanıcılara sunulmuştur.
Konuların sadece öğrencilerin ilgi alanına girmemesi nedeiyle toplumun büyük bir kesimine de hitap eden bu blog,özgür eğitim ve paylaşım mantığıyla hareket etmektedir.
Bu açıdan dosyaların paylaşımında her hangi bir ücret talep edilmez.Ancak bu blog üzerinden yapılan alıntıların kaynağının belirtilmesini talep eder.
Site üzerindeki hiç bir materyal izinsiz olarak kaynak GÖSTERİLMEDEN kullanılamaz.

Sinema TV Dersleri