81. Oscar Ödül Töreni

2009 yılının en iyi filmleri sahiplerini buldu.


81. oscar ödüllerini kazananlar şöyle,

EN İYİ FİLM : Slumdog Millionaire - Christian Colson
EN İYİ ERKEK OYUNCU : Sean Penn - Milk
EN İYİ KADIN OYUNCU : Kate Winslet - Reader
EN İYİ YARDIMCI ERKEK OYUNCU : Heath Ledger - Dark Knight
EN İYİ YARDIMCI KADIN OYUNCU : Penélope Cruz - -Vicky Cristina Barcelona
EN İYİ YÖNETMEN :Danny Boyle - Slumdog Millionaire
EN İYİ SENARYO : Milk
EN İYİ UYARLAMA SENARYO : Slumdog Millionaire
EN İYİ SİNEMATOGRAFİ : Slumdog Millionaire
EN İYİ SANAT YÖNETMENİ : Curious Case of Benjamin Button
EN İYİ KOSTÜM : Duchess
EN İYİ SES : Slumdog Millionaire
EN İYİ KURGU : Slumdog Millionaire
EN İYİ SES KURGUSU : Dark Knight
EN İYİ GÖRSEL EFEKT : Curious Case of Benjamin Button
EN İYİ MAKYAJ : Curious Case of Benjamin Button
EN İYİ ŞARKI : Slumdog Millionaire - "Jai Ho"
EN İYİ MÜZİK : Slumdog Millionaire
EN İYİ KISA ANİMASYON : Maison en petits cubes
EN İYİ KISA FİLM : Spielzeugland
EN İYİ KISA BELGESEL : Smile Pinki
EN İYİ BELGESEL : Man on Wire
EN İYİ YABANCI FİLM : Okuribito - Japonya
EN İYİ ANİMASYON : WALL·E
ONUR ÖDÜLLERİ:

Medal of Commendation : Mark Kimball
Jean Hersholt Humanitarian Award: Jerry Lewis
Scientific and Engineering Award: Bruno Coumert; Jacques Debize; Dominique Chervin; Christophe Reboulet ,Jacques Delacoux; Alexandre Leuchter, Erwin Melzner; Volker Schumacher; Timo Müller
Technical Achievement Award: Steve Hylén
Gordon E. Sawyer Award: Ed Catmull

POSTMODERNİZM VE SİNEMA -1

POSTMODERNİZM VE SİNEMA

YAZAN: Onur ÇOBAN

İSTANBUL 2008



İÇİNDEKİLER:

1. BÖLÜM: MODERNİZM VE POSTMODERNİZM KAVRAMLARI
2.BÖLÜM: POSTMODERNİZM VE SİNEMA
3.BÖLÜM: POSTMODERN FİLM ÖRNEKLERİ


1.BÖLÜM: MODERNİZM VE POSTMODERNİZM KAVRAMI

Günümüzde çok sık tekrarlanan bir sözcük olan postmodernizm kavramı mimariden, sosyal bilimlere kadar çok sayıda konuyu derinden etkilemiştir. Bu konulardan bir kuşkusuz sanattır.
Postmoderizm ve sanat ilişkisi müzikten televizyona, edebiyattan sinemaya kadar çok çeşitli bir süreç içerisindedir. 20.yüzyılda çok büyük gelişmeler göstermiş olan sinema bu açıdan dikkat çekicidir.
Postmodernizim ve sinema ilişkisinin tam olarak anlaşılması için postmodern kavramı üzerinde durulması gerekmektedir.www.onurcoban.com
Postmodernizm, modernizme bir alternatif olarak doğmuştur. Postmodernizmin kelime anlamı; “19. yüzyıl sonu ile 20. yüzyıl başlarındaki modernist arayışın canlılığını kaybetmesinden sonra ortaya çıkan üslup ve yönelişlerin adı” olarak ifade edilebilinir.(TDK)
Modern sonrasını ifade eden bu kavram, modernizmin temsil ettiği birçok kavramı reddetmektedir.
Modernizmin tarihi 19. yüzyılın sonlarına dayansada kökenleri çok daha eskilere dayanmaktadır. Avrupa kökenli bu akım 18. yüzyıldaki Aydınlanma Çağından beslenmektedir. (Harvey,2006:25) Özellikle Fransız İhtilalinin getirmiş olduğu yenilikçi düşünceler sonucu gelişen bu çağ, reformlada büyük ilişki içerisindedir. Avrupada yaşanan reform öncesi Katolik Kilisesinin toplumdaki rolü, akılcı bir düşünce anlayışını engellesede reform sonrası yaşanılan olaylar bu durumu değiştirmiştir. Din merkezli eğitim anlayışı ve hayat görüşünün yerini pozitif bilimlerin alması ile yeni bir aydın kesim oluşmuştur. Bu dönemdeki bilim adamları ve filozofların desteğiyle oluşan Aydınlanma Çağı, aklı birinci plana alan bir yapı oluşturmuştur. Deney ve gözleme dayanan, insancıl, bilimin ön planda olduğu bir dönem olan Aydınlanma Çağı, insanlığın daha iyiye ulaşmasını hedeflemiştir.
Aydınlanma Çağının getirmiş olduğu bu yenilikler sanayi devrimi ile pekişmiş ve yerini modernizme bırakmıştır.
19. yüzyılda başlayan modernizm, kültürel anlamda modernizm, 19. yüzyılda geleneksel anlamdaki edebi, sanatsal, sosyal organizasyon ve gündelik yaşamın geçerliliğini yitirdiği fikriyle ortaya çıkmıştır.
“Modernist hareketin 19. yy ortasında Fransa'da ortaya çıktığı kabul edilir. Temelde dayandığı fikir, geleneksel sanatlar, edebiyat, toplumsal kuruluşlar ve günlük yaşamın artık zamanını doldurduğu ve bu yüzden bunların bir kenara bırakılıp yeni bir kültür icat edilmesi gerektiğidir. Modernizm ticaretten felsefeye her şeyin sorgulanmasının gerekliliğini savunur. Böylelikle kültürün öğeleri yeni ve daha iyi olanla değiştirilebilir. Modernizme göre 20.yy'ın ortaya çıkardığı yeni değişiklikler ve yenilikler kalıcıydı, aynı zamanda yeni oldukları için 'iyi' ve 'güzeldi' ve toplum dünya görüşünü bu öngörülere göre gözden geçirip uyarlamalıydı.
Modernizm tanınmış gelenekleri kıran bir sitil anlatmak için kullanılmıştır.Yeni bir çağında duyarlılığına daha yerinde formları yaratmayı amaçlamıştır.” (Vikipedi)
Modernizmin geleceğe umutlu bakışı, makinaşama, fabrikalaşma ve kentleşmenin; yeni ulaşım ve haberleşme sistemlerinin gelişiminin ve kitle pazarlarının, reklmacılığın, kitleye yönelik modanın ortaya çıkışına verilen bir cevap olarak değerlendirilebilinir.
Kentleşme ile yakından ilişkili olan bu kavram Paris ,New York, Londra gibi büyük yaşam alanlarında birçok taraftar bulmuştur. Mimari ile yakın ilişkili olması modern binaların hızla üretilmesine neden olmuştur. Yeni üretilen binalarda tek tip olma eğilimi gözükmektedir.
Modernizmin en önemli yanlarından biri birleştirici özelliğidir. Bu akıma bağlı olan sanat dallarında farklılığın olmaması çok önemlidir.
Modernizm oluştuğu andan itibaren eleştirlere maruz kalmıştır. Bu eleştiriler ve tarihin akışı süresince yaşanılan büyük savaşlar sonucunda postmodernizme doğru bir yol açılmıştır.
20. Yüzyılın başına gelindiğinde modernizmi eleştirenler arasında olan Max Webber şunları söylemiştir.
“Weber, Aydınlanma düşünürlerinin umut ve beklentilerinin acı ve ironik bir yanılsama olduğunu ileri sürüyordu. Bu düşünürler, bilimin ilerlemesi, akılcılık ve evrensel insan özgürlüğü arasında güçlü bir zorunlu bağıntı görüyorlardı. Ancak, maskesi çekilip alındığında ve doğru anlaşıldığında , Aydınlanma’nın mirası amaçlı-araççı akılcılığın zaferi olarak ortaya çıkıyordu. Bu tür akılcılık, ekonomik yapıları, hukuku, bürokratik yönetimi, hatta sanatı kapsar biçimde ,bütün toplumsal ve kültürel hayatı etkiler ve zehirler.Bu tür akılcılığın ilerlemesi evrensel özgürlüğün somut olarak gerçekleşmesine değil, içinden kaçılması olanaksız olan bir “demir kafes” in,bürokratik akılcılığın bir kafesinin yaratılmasına yol açar.” (Harvey,2006:28)
Modernizmin geleceğe umutlu bakışı 20. yüzyılda yaşanılanlar sonrası büyük yara almıştır. Bu yüzyılda yaşanılan iki büyük dünya savaşı ve atom bombası gibi kitle imha silahlarının geliştirlmesi toplumları karamsarlığa sürüklemiştir. Bu durumdan etkilenen sanatta kendine yeni akımlar geliştirmiştir.
Bu toplumsal kaosun içerisinde ortaya çıkan postmodernizm, modernizme bir tepki olarak ortay çıkmıştır. Modern sonrası bu yapılanma modernizmin farklılığa karşı durduğu önyargıyı yıkmaktadır. Postmodernizm tek olmanın ötesinde farklılaşmayı da beraberinde getirir.www.onurcoban.com
Postmodernizm gelip geçicilik, parçalanma, süreksizlik ve kargaşayı bütünüyle benimsemektedir. Ancak bu gerçekliği çok özgül bir biçimde karşılamaktadır. Ne onu aşmaya, ne de ona karşı durmaya, hatta ne de içinde bulunabilecek olan “sonsuz ve değişmez” unsurları tanımlamaya çaba gösterir. OnurcobanGelip geçiciliği pozitif bir tarzda benimsemenin bazı sonuçları getirdiği gözükmektedir. Bir çok Postmodern düşünür, herşeyin birbirine bağlanmasını ya da temsil edilmesini sağlayacak bir üst dil, üst-anlatı yada üst-teori olabileceğini reddetmektedirler. (Harvey,2006:60)
Yukarda sayılan durum Marx’ın fikirleriyle çatışması birçok sol düşünürün postmodernizme kapitaliste hizmet eden bir akım olarak görmesine neden olmaktadır. Postmedern dünyada sınıfın öneminin kalmadığı görüşü, üretimin artık büyük şirketlerce değilde daha küçük taşeron şirketlerce yapılması bu bağlamda önemlidir. Postmodern toplumlardaki düşünürler, özel girişime, küçük devlet kurumuna ve ekonomiye karışmamasına ve rekabete dayalı bir toplum düşlemesi, özelleştirmelerin meşrulaştırılması amacıda gösterebilir. (Erdoğan, Alemdar, 2005:452)
Postmodernizim tarihi yok saymamakla birlikte ona günümüz şartlarıyla yeni açılımlar getirmeyi başarmaktadır. Kültürel gelenek ve görenekler gelişmiş toplumlarda yer bulabilmektedir. Modernizmin tam karşısında olan bu düşünce ile yirmibirinci yüzyılın teknoloji çağı ile sanayi öncesi toplum ilişki içerisine girebilmektedir.
Postmodernizm genel geçerlik iddiası taşıyan önermelerinin reddetmektedir.onurcoban.com Söylem çoğulluğunun benimseyen bu durum, dil oyunlarında, bilgi kaynaklarında, bilim topluluklarında çoğulculuğun ve parçalanmanın kabul edilmesni destekler. Farklılığın ve çeşitliliğin vurgulanıp benimsenmesi; gerçeklik, hakikat, doğruluk anlayışlarının tartışılmasına yol açan dilsel dönüşümün yaşama geçirilmesi, mutlak değerler anlayışı yerine yoruma açık seçeneklerle karşı karşıya gelmekten çekinmemek, güvensizlik duymamak, gerçeği olabildiğince yorumlamak, belli bir zaman ve mekânın sözcüklerini kullanmak yerine gerçekliği kendi bütünlüğü/özerkliği içinde anlamaya çalışmak, insanı ruh-beden olarak ikiye bölen anlayışlarla hesaplaşmak, tek ve mutlak doğrunun egemenliğine karşı çıkmak, metnin dışının olanaksızlığını öne sürmek gibi varsayımları destekler.
Modernizm ile Postmodernizm arasındaki farklar incelendiğinde bu kavramlar daha iyi anlaşılabilmektedir.Modernizim romantizmi desteklerken Postmodernizm dadacılığı destekler. Modernizm; hiyeraşi, hakimiyet, mesafe, bütünselleştirme, bitmiş yapıt, sentez, mevcudiyet, paradigma, gösterilen, ana kod, belirti, paranoya, belirlenmişlik, aşkınlık, metafizik gibi kavramlarla ifade edilirken ;postmodernizm; rastlantı, anarşi, tükenme, sessizlik, süreç, performans, antitez, yokluk, bileşim, gösteren, anlatı karşıtı, arzu, şizofreni, ironi, belirsizlik ve içkinlik olarak ifade edilebilinir. (Harvey,2006:59)www.onurcoban.com
Modernizim sonrası oluşan postmodernizm kendini öncelikle mimari alanda göstersede sanatta da kendine yer bulmuştur .Resim, müzik gibi klasik sanatların dışında video sanatı gibi daha yeni sanatlarla da ilişkisi oldukça fazladır. Bu sanat dallarından biri olan sinema, postmodernizmin yeraldığı en önemli alanlardan biridir.

ONUR ÇOBAN
İ.Ü. İletişim Fakültesi

2008

Not: Devamı için aşağıya bakınız.

http://sinematvdersleri.blogspot.com/2009/02/postmodernizim-ve-sinema-2.html

http://sinematvdersleri.blogspot.com/2009/02/postmodernizm-ve-sinema-3.html

Postmodernizim ve Sinema -2

Postmodernizim ve Sinema -2
Yazan: Onur ÇOBAN
NOT: Lütfen öncesi için yukarıya bakın...
2.Bölüm: POSTMODERNİZM VE SİNEMA

Sinema, icadından beri kendini sürekli geliştirmektedir. Bu gelişim dönemlerinde sosyal ve siyasal olaylardan da etkilenmemesi imkansızdır. Bu bağlamda modernizm ve postmodernizm sinema ile derin ilişkiler halinde olan kavramlardır, denmesi doğru bir tespit olacaktır.
Sinemanın ilk yıllarındaki döneme baktığımızda modernizmin etkisi gözükmektedir. Yurttaş Kane gibi klasik modernist filmlerde bu durum gözükmektedir. Yurrtaş Kane’de, bir muhabir Kane’nin hayatının ve kişiliğinin muammasını çözmek amacıyla, onu tanımış olanlardan farklı anıları ve perspektifleri bir araya getirir.
Postmodern sanat özellikle televizyonun ve video teknolojisinin gelişimiyle hız kazansa da sinemada da etkisi oldukça fazla olmuştur. Walter Benjamin’in “Mekanik Röprodüksiyon Çağında Sanat Yapıtı” adlı makalesinde bahsedilen gerçeklik kavramı bu tür filmler için çok önemlidir.
Benjamin’in sözünü ettiği durum, belli bir sanat yapıtının birçok röprodüksiyonunu yapma olanağı , yapıtın “aura”’sının , yani onun maddi dünyadan aşkın uzaklığı ve mutlak kalıcılığı mitleriyle zaman ve mekan içindeki eşsizliği duygumuzun, tehdit altında olduğunu düşündürmektedir. Benjamin’e göre bu aura duygusunu parçalayan ya da ortadan kaldıran herşeyden çok filmdir.www.onurcoban.com
Sanat yaptlarının gerçeği birebir kopyalayabilmesi hatta daha da ileri gidip kopyalarında hiç kayıp olmadan kopyalanabilmesi gerçeklik kavramının zora girmesine neden olmuştur. Kopyaları orijinallerinden ayıramamak gerçekliğin simgelerle oluşturabileceğini göstermiştir.
Sinemanın uzun yıllar boyunca selülozdan oluşan filmlerle çekilmesi kopya üretiminin bu özelliğini tam olarak verememiştir. Oysa ki videonun gelişimi ile kopyalar arasında bir fark kalmamıştır. Son yıllarda dijital olarak çekilen filmlerin artması ve selülozdan oluşan filmlerin terkedilmeye başlanması sinemanın da gerçeklik karmaşası tartışmasına girmesine neden olmuştur. Bu açıdan yapısal olarak sinemanın postmodernizmin belirsizlik, kesin olmama özelliğine bir örnek olduğu söylene bilinir.
Yapısal özellikleri kadar sinemanın içeriği de gerçekliğin tartışıldığı bir alandır. Sinema filmlerinde gerçeğin sorgulandığı hatta daha da ileri gidilerek mutlak gerçekliğin sadece birer aldatmaca olduğu teorisi postmodernizmle derin ilişkilidir. Bu filmler konularında bu öğeleri sunarken modern kültürede karşı çıkmış olmaktadırlar.
Bu gibi durumlar son yıllarda çekilen filmlerin içeriklerinin değişmesine neden olmuştur. Eskiye nazaran daha bilinmezci ve daha aydınlanmaya uzak senaryolar sinemada boy göstermektedir.www.onurcoban.com
Postmodern sanatların en önemeli özelliği olan parçalanmışlık duygusu biçim ve içerik olarak sinema ile ilişkilidir. Kurgu sanatının doğası gereği, birçok parçanın bir araya getirilmesi buna örnek olabilir. Farklı zaman ve mekanda çekilen görüntüler bir araya getirilerek yeni bir gerçekçilik yaratmaktadırlar.
Kurgunun bu ilginç özelliğine rağmen, kurgunun en çok gelişme gösterdiği yıllar modernizmin çok güçlü olduğu yıllardır. Anlatım tarzlarının kurguya ilintili olduğu bu devir buna rağmen modern olarak değerlendirilmektedir. Sergei Eisenstein gibi bu dönemden bir sinemacı ve Ozu, Godard, Bresson, Duras gibi yönetmenlerin filmleri modernist sayılabilinir.(Connor,2005:259)
Postmodern sinema ismini kullanmasada bu kapsamda filmler yapılmasını destekleyen ve modern sinemayı ilk eleştirenlerden biri Christian Metz’dir. Metz, 1974 yılında yayınlanan “The Modern Cinema and Narrativity” başlıklı denemesinde modernist sinemanın kapsamlı bir açıklamasını yapmıştır. Metz burada, yönetmenin stüdyo görevlisi olmaktan çok yaratıcı olarak otoritesi, filmde tiyatro uzlaşımlarına saldırması gibi modernist sinema üstüne bazı etkili olmuş iddiaları, kendini kaptırmaktan çok düşünmeyi vurgulayan ve dramatik ardışıklıktan çok tek tek kare­lerin yapısı üstünde odaklanan bir sinemanın onurcoban.com doğuşuyla yan yana getirir. Bütün bunlarda ortak olan, modernist sinemanın anlatıyı yadsıdığı ya da anlatının ötesine gittiği varsayımıdır. Dolayısıyla Metz'in modernist sinema teorilerini nitelemesi Bordwell ve Staiger'inkinden daha kapsamlıdır ama buna uy­gun olarak, modernist oluşuyla ayırt edilebilecek bir sinema sa­natının var olduğu iddiaları karşısında daha kuşkucudur. Metz'e göre anlatının yadsınması modernizmin eleştirmenleri­nin bir fantezisi-yansıtmasıdır, zira sinema; doğası gereği za­mansal bir ortam olarak, her zaman anlatı yapılarına bağlı ol­mak ve bu yapılara geri dönmek zorundadır (bunların Holly­wood gerçekçiliğinin anlatısıyla aynı türden olması gerekmese de). Metz, örneğin, ardışıklığın gerçekçi sinemadaki bir araya toplayıcı enerjisi karşısında tek tek karelere yapılan avangard vurgunun sık sık öne çıkarılmasının, bu ayrı karelerin uzatılmış zaman yapıları içinde birbiriyle ilişkilendirildiği ve karşılaştırıl­dığı birleştirici yapıları gözardı etmekten kaynaklandığını ileri sürer. ( Connor,2005:259)
“Fredric Jameson, sinemanın modernist mirasının buna eş­değer bir açıklamasını vermiştir. Jameson yirminci yüzyıl filmi­nin büyük anıtlarının hepsinin de kendi sanatsal doğasını (onurcoban)ser­gileme ve araştırma yoğunluğuyla seçkinleştiğini söyler. Mo­dernist resim, müzik ve edebiyat gibi modernist film de stilistik kendine-göndermelerle hem meta olarak konumunu sergile­mekte hem de bu konuma karşı direnmektedir. Bir yandan "tarz"ın işlenmesi, ürünün pazarda satın alınacak ve mübadele edilecek bir şey olarak var olduğunu ve kolektif toplumsal yapılarla ilişkisini ve bu yapılar içindeki daha dolaysız işlevlerını yitirdiğini kabul etmiş görünmesinin yoludur. Diğer yandan bu tarz metaın kendisini pazardan uzak tutmasının aracıdır; başta ona meta olarak varlık kazandıran bölünme ve uzmanlaşma mantığının bir tür yoğunlaşmasıyla bireysel tarzın aşırı öne çıkarılışı pazar karşısında ihaleyi kazamr ve ürün-metayı pazartarafından özümsenmeye karşı bağışık hale getirir.” (Connor, 2005:260)www.onurcoban.com
Postmodernist kültür ve teoride bu bakışın yerine geçen şey, tarzın mutlak yokluğu değil, tarzın güçlü, yaratıcı yazar kavramından ayrılmasıdır.
Bu düşünceler ışığında gelişen sinema, American Graffiti, Yıldız Savaşları, Chinatown, Body Heat gibi nostalji filmleri üretmiştir. Bu filmler belli bir tarihsel durumu yeniden yaratmaktan çok belli bir dönemin kültürel özelliklerini yeniden yaratmaktadırlar.
Postmodern sinema kitlelere ulaşmak konusunda tartışmalı bir konudur. Blade Runner gibi postmodern öğeler taşıyan filmler büyük gişe başarısı elde etsede bazı postmodern düşünürler bu durumu eleştirmektedirler. Sanat sanat içindir, anlayışını; sanat toplum içindir anlayışına tercih eden bir yaklaşım da var olmaktadır. (Erdoğan,Alemdar,2005:454) Ancak bu durum çok sembolik bir biçimde entelektüel bazı kesimlerin sanat anlayışı dahilinde kalmış, çoğunluk sağlayamamıştır.
Zaman olgusunu değiştirmekte olan postmodernizm bunu sinemada da gerçekleştirmiştir. Düz kurgu anlayışının yerine parçalı bir kurgu anlayışı güden bir çok film günümüzde üretilmektedir. Bu filmler zaman olgusunu bir düzlem içerisinde ele almamaktadır. Hikayenin sonu başta olabilmekte, olaylar yarım ve parçalı olarak gösterilmektedir.
Dönem filmi kavramı postmodern sinemada farklı bir kimlik kazanmıştır. 1960’ları anlatan bir film modernist bir yaklaşımla çekildiğinde o dönemi anlatan öğelerin yer aldığı bir film düşünülebilinir. Oysa postmodern filmler önceki dönemi yok saymaz. Bu filmlerde 1920’lere ait araç ve gereçleri görebilmemiz mümkündür. Bu yaklaşımın en güzel örneği olan Mavi Kadife adlı film ileride daha da detaylı anlatılacaktır.
“Eski filmlerin video kayıtlarının çoğalması ve TV'de sürekli gösterilmesiyle, tarz çokluğu postmodern TV'nin olduğu gibi çağdaş film kültürü alanının bütününün de özelliği haline gelmiştir. Gerçekten, postmodernist TV teorilerinde de olduğu gibi, filmde postmodernizm sorunu, yeni bir 'başat tarzın ortay çıkmasından çok, böyle bir başat tarz fikrinin kendisinin aşınması sorunudur. James Collins'in söylediği gibi:
‘Postmodemist bağlamı ayırt eden şey, bu tarzın, hepsi değişik kurum ve izleyiciler için önemli ölçüde popülerlik kazanmış olan modernist, modernizm öncesi ve modernizme karşı tarzlarla birliktevar olmasıdır. Diva gerçekten postmodernist bir dedektif metni olabilir ama postmodernist bağlamı diğerlerinden ayıran, bu filmmin bir kablolu film kanalında gösterildiği akşam başka kanallarda Malta Şahini, Death of an Expert Witness ve Kanun Namına'nın da gösteriliyor olmasıdır ‘(Connor, 2005:262)”
Kısaca özetlemek gerekirse çağımızın en önemli sanat dallarından biri olan sinemanın çok tartışılan postmodernizm ile büyük ilişkisi vardır. Gerçekliğin ve zaman-mekan olgusunun tepetaklak olduğu bu filmler, klasik anlatımı, biçim ve içerik olarak yok saymışlardır.
ONUR ÇOBAN
İ.Ü. İletişim Fakültesi

Postmodernizm ve Sinema -3

Not: Lütfen önceki bölümleri için yukarıya veya en alttaki linklere bakınız.
Postmodernizm ve Sinema -3
Yazan: Onur ÇOBAN
3.bölüm:POSTMODERN FİLM ÖRNEKLERİ

Postmodernist sinemayı incelerken örnek gösterebilecek filmler üzerinden gitmek daha olumlu sonuçlar doğuracaktır.
Postmodern öğelere sahip olan filmlere baktığımızda, kimisinin tamamen postmodern olarak nitelendirebileceğimiz özellikleri olsa da kimisi sadece bazı özellikleri ile bu kapsamda değerlendirilebilinir. Bu bölümde her iki türden filmler temel özellikleriyle anlatılmaya çalışılacaktır.www.onurcoban.com
Steven Connor ve David Harvey postmodern sinemadan bahsederken en çok David Linch üzerinde durmuşlardır. Özellikle Linch’in 1986 tarihli Mavi Kadife (Blue Velvet) adlı filmi postmodern sinemaya çok güzel bir örnektir.
Mavi Kadife’nin başrollerinde Kyle MacLachlan, Isabella Rossellini, Dennis Hopper ve Laura Dern yer almaktadır. Filmin orijinal ismi Blue Velvet, şarkıcı Bobby Vinton' un aynı adlı şarkısından alınmıştır.
Kuzey Karolayna'da bulunan Lumberton'daki bir kasabada çekilen film, bir komşusunun arka bahçesindeki çim arazide kesik bir kulak bulan kolej öğrencisi Jeffrey Beamount' un hikayesini anlatır. Jeffrey, olayı kasabanın şerifi Teğmen John Williams'ın kızı ve lise öğrencisi olan Sandy Williams'ın yardımları ile, kendi başına araştırmaya karar verir. Sandy babasının ofisinde duymuş olduğu, kulakla ilgili yardımcı olabilecek bilgileri Jeffrey'e sağlar. Jeffrey sonunda sosyopat bir suçlu aynı zamanda da tecavüz, cinayet ve uyuşturucuya karışmış bir çetenin lideri olan Frank Booth' un yeraltı dünyasına girer.
Özünde bir dedektiflik hikayesi gibi gözüksede Mavi Kadife aslında daha derin anlamlar içeren bir filmdir. Film postmodernist bir biçimde, ana kararkterlerin hiç biriyle bağdaşmayan iki dünya arasında gidip gelmektedir. Bir yanda, lisesiyle 1950’li yılların Amerikan kasaba hayatı, öte yandan ruh hastalıkları, uyuşturucu ve cinsel sapkınlıkların olduğu şiddet dolu bir dünya var olmaktadır. Giysiler ve dekor tamamen ABD’nin 1950’li yıllarını anlatsa da karakterler daha çok 20. yüzyılın sonunu resmetmektedirler. Bu ikilem ve zaman parçalanması postmodern sinema için çok iyi bir örnektir.
Yönetmenliğini Terry Gilliam’ın yaptığı 1985 tarihli Brazil adlı film postmodern öğeler içeren bir distopya filmidir. Jonathan Pryce, Robert De Niro, Katherine Helmond, Lan Holm, Bob Hoskins, Michael Pain gibi oyuncuların oynadığı İngiltere yapımı bu film 131 dakika uzunluğundadır.www.onurcoban.com
Brazil, 1984 adlı filme yakın olay örgüsüyle ön plana çıkar. Gelecek dünyasında otoriter bir devlet düzeni kurması bu savı destekleyen ilk örneklerden biridir. 1984’ün Smith’i gibi Sam Lowry de acımasız devletin orta kademe memurlarındandır. Romantik bir ilişki sonrasında isyanın yanında saf tutar. 1984’tekine benzer bir savaş ortamı ve baskıcı bir bürokrasi anlayışı filmin distopik gelecek görüşüdür.
Filmin anlatım yapısı yer yer komediye göz kırpmaktadır. Bu açıdan türün kalıplarını da yıkmaktadır. Filmin içeriğine baktığımızda bir güvensizlik ortamı göze çarpmaktadır. Sokaklarda “Korkmayın, arkadaşınızı ihbar edin” yazmakta, diktatör bir rejim afişlerle propaganda yapmaktadır. Metal renklerin hakim olduğu yüksek binalar, çocuklara hediye olarak kendi kredi kartlarının verildiği bir dünya resmedilmiştir. Bu zaman-mekan karmaşasının yaşandığı dünya düzeni modernizmin temel aldığı düzene karşı gelmektedir.
1982 yılında Ridley Scott tarafından çekilen ve başrollerini Harrison Ford, Rutger Haure, Sean Young, Edward James Olmos’un paylaştığı ABD yapımı Blade Runner postmodern sinemanın başyapıtlarından sayılmaktadır.
Distopik sinemanın en başarılı mekan tasvirlerine sahip olan Balde Runner, Philip K. Dick’in Do Androids Dream of Electric Sheep adlı kitabından uyarlanmıştır. Filmin konusu kısaca şöyledir: Eski bir polis olan Rick Deckard artık görevinin sonuna gelmiş olan replikaları “emekli etme” yani öldürme görevini üslenmektedir. Replikalar, insanların kopyası olarak üretilen robotlardır. İnsanlarla boy ölçüşebilecek derecede duygulara sahip olan replikalar, beyinlerine yerleştirilen hafızalar sayesinde kendileri bile gerçek insan olup olmadıklarını bilememektedirler. Replikalardan birkaçı bir gezegende isyan çıkardıktan sonra gizlice dünyaya girerler. Bunlardan biri olan Roy Batty, www.onurcoban.comreplikaların doğasında olan kısa ömür sorununu çözmek için “yaratıcısı” olan bilim adamını tehdit etmektedir. Replikaların peşindeki Deckard bu görevi sırasında bir replika olan Rachael’e aşık olması işleri iyice karıştırmaktadır.
Filmin dekorları oldukça görkemlidir. Gelecek dünyası dev gökdelenler, sürekli reklam sunan video ekranları, sürekli devam eden asit yağmurları, kalabalık ve çok kültürlü bir toplum içeren bir dünya tasviri yapılmıştır. Film bu dekorlar içerisinde gerçekliği sorgulamaktadır.
Filmin dikkat çekici bir özelliği de içerdiği gizli mesajlardır. Deckard’ın bir insan mı replika mı olduğu sorusu ve “yaratıcı” bilim adamının aslında Tanrıyı simgelemesi, filmin sonunda Roy Batty’nin muhtemelen bir çarmıha germe simgesi olarak elini çiviyle delmesi hep bir tartışma konusu olmuştur.
Gerçek olanın ne olduğunu belirleyememe bu filmi postmodern öğelerin içine sürükler. Replikalarin “gerçek” olacak kadar “insan” olması modernist öğelerle tezat içerir. Blade Runner, esnek üretim ve zaman-mekan sıkışması bağlamına yerleştirilmiş, postmodernist temaların sinemanın elindeki bütün hayali olanaklar kullanılarak ele alındığı bir bilimkurgu meselesidir. Kopyaların yaşadığı korkunç kaderi de, harap, sanayisizleşmiş çürüyen bir postmodern dünyanın dökülen sokaklarında karıncalar gibi yaşayan insan kitlesinin boğucu koşullarını da aynı bırakmaktadır. (Harvey, 2006:348)
1984 adı ile aynı tarihte Michael Radford tarafından çekilen bir distopik filmdir. George Orwell’ın aynı adlı eserinden uyarlanan 1984, kitabın getirmiş olduğu yenilikleri filme yer yer başarılı olarak uyarlansa da film kitap kadar başarılı olamamıştır. Ancak yinede eserin düşüncelerini sinemaya yansıtması açısından önemlidir.
Winston Smith düşüncenin suç sayıldığı bir dünyada geçmişi arayan bir adamdır. İnsani duyguların tamamen yasaklandığı bu baskıcı rejimde Smith tanıştığı Julia ile yasak bir ilişki yaşamaktadır. Ancak devletin yöneticisi konumundaki “büyük birader” ve onun üst sınıfını temsil eden iç parti üyeleri bu durumu öğrenir. Sonunda her ikisi de “iyileştirilme” amacıyla şiddet içerikli bir tedaviye maruz kalırlar.
Film insanlar arasında sınıf ayrımını kaldırma amacı güden ancak içten içe sınıfsal farklılıklar üreten bir rejim olan İngiliz sosyalizmini anlatır. Bu yönetim sistemi dünyadaki diğer süper güçlü devletlerle savaş halindedir. İnsanlar savaşın gölgesinde ve partinin mutlak yönetiminde sorgulamadan bir hayat yaşamaya mecbur haldedir.
Film, kitaptan aldığı video ekranları, duyguların olmadığı bireyleri ve gelecek dünyasının devasa yapılarını aynen resmetmektedir.www.onurcoban.com
Bu filmdeki gerçeğin değiştirilebilir olması olgusu postmodern gerçekçilik anlayışı ile bağdaşmaktadır.Filme göre tarih kolayca değiştirilebilinen bir meseledir.
The Matrix(1999) son yıllarda çekilen en önemli bilimkurgu filmlerinden biridir. Popüler kültürle felsefi söylemleri harmanlamayı başaran 20.Yüzyılın son büyük distopik filmi Matrix, 2003’te çevrilen 2 devam filmiyle beraber türün en göze çarpan filmlerinden biridir. Uzak doğu felsefesi, Hıristiyan öğretileri, eski Yunan felsefi düşünüşü ve modern distopik anlayışın başarıyla harmanlandığı bu film görselliğe önem vermesiyle de büyük bir izleyici kitlesi kazanmıştır.
Film gelecekte geçmektedir. Makineler ile insanlar arasında gerçekleşmiş olan büyük bir savaşın sonunda insanlar makinelerin kölesi durumuna düşmüştür. Savaş sırasında insanların güneş enerjisini ortadan kaldırmak için atmosferi “bozması” nedeniyle makineler yeni enerji kaynaklarının peşine düşmüşlerdir. Sonunda insan vücut ısını kontrol edip ondan yaşamlarını sürdürebilecek enerji üretmeyi başaran makineler “tarlalarda” insan yetiştirmektedir. İnsanların bağlı oldukları kapsüllerden uyanıp isyan çıkarmalarını önlemek amacıyla suni bir rüya görmeleri sağlanmaktadır. Matrix adındaki bu rüya 1990’lı yılların dünyasını insanlara gerçekmiş gibi sunmaktadır. Aslında bir yazılım olan Matrix’te yaşayanlar sanki her şey gerçekmiş gibi hayatlarını sürdürmektedir. Bunlardan biri olan Thomas Anderson veya bilgisayar korsanlığı yaptığı adıyla Neo’da bunlardan biridir. Neo’nun insanlığı kurtaracak seçilmiş kişi olduğuna inanan Morpheus ve yardımcısı Trinity gerçek dünyada yaşayan ancak Matrix’e kaçak olarak giren asi güçlerin birer elemanlarıdır. Neo’yu kurtarıp makinelere karşı büyük savaşa hazırlanma amacı gütmektedirler.
Suni bir yaşam ve gerçeğin ne olduğunu sorgulayan Matrix son yıllarda felsefi öğeleri en fazla gündeme getiren filmdir. Ancak bunu yaparken ticari kaygıları bir kenara atmamış şiddet içeren sahneleriyle görselliğe önem vermiştir. Ortaya attığı yeni ağır çekim teknikleriyle türe büyük yenilikler getirmiştir.
Film gelecekte çölleşmiş bir dünya, dev makineler şehri, yerin binlerce kilometre altında kalan son insan şehri gibi birçok gelecek tasvirinden bahsetmektedir. onur coban Oluşturduğu suni yaşam düşüncesi ve gerçek sandığımız her şeyin aslında sahte olabileceği şüphesi filmin konusunda önemli bir yer tutmaktadır. İnsanlar bu sahte yaşamın farkında olmadan hayatlarını bir kapsülün içinde geçirmekte filmde de anlatıldığı gibi sadece makinelerin birer pilleri olmaktan öteye geçememektedir. Dijital cihazların artması ve internetin yaygınlaşması filmde anlatılan suni yaşam ağının gelecekte mümkün olabileceği ön görüsünü gözler önüne sermektedir.
İnsanlaşan makineler,zaman-mekanın gerçek olup olmamasının belirsizliği postmodern öğeleri bir araya gelmesiyle oluşmuştur. Film içerik olarak klasik sinema öğelerinin kullanıldığı ,biçimsel olarakta son teknolojinin yeraldığı modern sonrası bir filmdir.
Ucuz Roman (Pulp Fiction) filmi biçim ve içerik uyumsuzluğu açısından tam bir postmodernist bir filmdir.
Filmin ismi 1940’lı yılların kültürünü çağrıştırmasına rağmen 1990’lı yıllarda geçmesi zaman-mekan uyumsuzluğuna bir örnektir. Film içinde birçok sefer bu durum belirtilmiştir. Bu özelliği ile Mavi Kadife ile benzer özellikler gösterir. Bu duruma örnek olarak 1959 tarihli Tv programlarının ekranda gözükmesi, kullanılan otomobillerin 1960’lı yıllara ait olması gibi öğeler sunulabilir.
Filmin en önemli özelliği parçalı kurgu anlayışıdır. Filmi 3 bölüm halinde hazırlanmış ve sonu orta kısma konularak seyirciye sunulmuştur. Zaman karmaşasını yaratan bu durum klasik sinema için oldukça radikal bir adımdır.
Film ayrıca sinema tarihine birçok göndermeler içermektedir.
Gerçeğe Çağrı (Total Recall) ve Vanilla Sky gibi filmler gerçeklik olgusunun üzerinde durmuşlardır. Gerçekle suni dünya arasında ki fark veya fark olmamasını irdeleyen bu filmler postmodernist filmlerin mekan olgusuna bakışını özetlemektedir.
Yukarda sayılan filmler gibi tam olarak postmodernist sayılamasa da bu tür öğeleri içeren çok sayıda film bulunmaktadır. Bu filmler klasik sinema anlayışını yok etmekte, tarih ve gerçeklik olgusunu yeniden yorumlamaktadırlar.

KAYNAKÇA

KİTAPLAR:
AnaBritannica, İstanbul,Hürriye Ofset Matbaacılık ve Gazetecilik AŞ, 1994
Anderson, Perry, Postmodernitenin Kökenleri, İstanbul ,İletişim Yayınları, 2005
Benjamin, Walter, Mekanik Röprodüksiyon Çağında Sanat Yapıtı adlı makalesi
Biryıldız, Esra-Sinemada akımlar, İstanbul,Beta Yayınları, 2002
Connor, Steven, Postmodernist Kültür, İstanbul ,YKY, 2005
Dorsay, Atilla-100 yılın filmi, İstanbul,Remzi Kitabevi, 2004
Erdoğan, İrfan; Alemdar, Korkmaz, Öteki Kuram, Ankara, Erk yayınları, 2005
Harvey, David , Postmodernliğin Durumu, İstanbul Metis Yayınları, 2006
Irwin,William-Matrix ve Felsefe, İstanbul, Güncel Yayıncılık, 2003
Orwell, George-1984, İstanbul, Can yayınları, 2004
Özdemir ,Selda Tan- Kara Filmler, İstanbul, Altıkırkbeş Yayıncılık, 2003
Özden, Zafer-Film eleştirisi, İstanbul, İmge Yayınevi, 2004
Schneider, Steven Jay- Ölmeden önce görmeniz gereken 1001 film, Caretta Yayınları, 2003
Smith,Geoffrey Nowell- Dünya sinema tarihi, İstanbul,Kabalcı yayınevi, 2003
Tekinalp, Şermin; Uzun, Ruhdan, İletişim Araştırma ve Kuramları, İstanbul, Beta yayınları, 2006


ELEKTRONİK KAYNAKLAR:


TDK Güncel sözlük. http://www.tdk.gov.tr
Vikipedi.com http://tr.wikipedia.org/wiki/Ana_Sayfa
ONUR ÇOBAN
İ.Ü. İletişim Fakültesi

An American in Paris - 1951

Klasik müzikallerin en prestijli eserlerinden biri...

Gene Kelly’nin başrolunu üstlendiği tüm zamanların en başarılı müizkllerinden biri olan An American in Paris (Paris’te Bir Amerikalı) ingilizce ve fransızca diyaloglar içermektedir. 3 karakter üzerinden giden bu filmde; Amerikalı bir ressam, bir müzisyen ve Fransız bir şarkıcı anlatılmaktadır.
Filmin hemen başında bu karakterler dış ses olarak tanıtılır. Ardından filmdeki baş kadın oyuncu izleyiciye anlatılmaktadır. Bu karakter, kitap okumayı seven sempatik bir kişilik çizmektedir.

Film adından da anlaşıldığı gibi Paris’te geçmekte...(elbette dekorlar eşliğinde) Ancak yine de American kültürü bu filmde bolca anlatılan bir konu. Film zengin bir kadının Jerry'nin resimlerini sevmesi ve ona yardım etmesiyle devam ediyor. Gittikçe onun tüm yaşamını şekillendiren ve ona parlak bir kariyer veren bu kadın ressamı sevmeye başlıyor. Ancak ressam tanıştığı genç kıza aşık oluyor. Arkadaşı olan Fransız şarkıcının da aynı kızı sevmesiyle işler karışıyor. Tüm bu olaylar yaşanılırken 3.karakter olan müzisyen espirili bir dilde olanları anlatıyor.
Gene Kelly'nin neredeyse filmin her alanında emeği hemen göze çarpmakta...Kendisiyle özdeşleşen dns sahneleri cidden unutulmaz.
1951 yapımı bu filmin yönetmeni ise ünlü yönetmen Vincente Minnelli. Minnelli'nin 1950'li yıllarda yapmış olduğu bir çok müzikalde olduğu gibi bu filmde aşk teması üzerine şekilleniyor. Henüz renkli filmin ilk yıllarında çekilen bu film renk uyumunu çok başarılı bir biçimde kullanıyor.


Filmin müzikleri (özellikle aynı adı taşıyan müzik) günümüzde hala popüler kültür için önemli olan eserler...Bununla birlikte müzikal dans gösterisi denilince akla ilk gelen figürler bu filmde başarıyla gerçekleştirilmiş. Filmin belkide en önemli sahnesi, kuşkusuz müzikallerin içerisindeki en uzun dans planına sahip olan finali. Yaklaşık 18 dakikalık bu dans gösterisi başlı başına bir film neredeyse...
Filmin başarısı oscar'larda da kendi göstermiştir. 6 Dalda bu ödülü kazanan film, aynı zamanda en iyi film Oscar'ına da sahip.






Eğlenceli ve 50'li yılların müzikallerini merak edenler için tavsiye niteliğinde bir film...

Onur ÇOBAN

In a Lonely Place - 1950

"Beni sevdiğin o birkaç haftada yaşadım.

In a Lonely Place, usta yönetmen Nicolas Ray’in 1950 tarili bir yapımı. Başrolerinde Humphrey Bogart ve Gloria Grahame'ın yer aldığı bu eser sinema tarihinin en başarılı filmlerinden biri olarak gözükmektedir.
Bizde "Tehlike İşareti" olarakta bilinen bu film, başarılı bir kara film örneğidir aynı zamanda. Film bir süredir çokta başarılı olamayan bir senaristin öyküsünü anlatır. Dix Steele (Bogart) bir cinayet suçundan şüpeli duruma düşer. Ancak komuşusu Laurel Gray, onunla o gece birlikte olduğunu söyleyerek Dix'i korur. Bu yardımlaşma zamanla bir aşka dönüşür. Ancak Dix, oldukça agresif bir kişiliktir. Zaman zaman insanlara saldırmakta, sinir krizleri geçirmektedir. Polisin olayı araştırması sürerken Laurel, Dix'ten şüphelenmeye başlar. Bu ikisi arasındaki ilişkiyi iyice gerilimleştirir.


Casablanca'daki rolüyle tezat oluşturabilecek bir karakter çizen Bogart, sinirli yazar rolünde çok başarılıdır. İzleyeci bile film boyunca kuşkuya düşer. Finali uyarlanan kitaptan farklı olsada gerilim hiç düşmez.
Film ABD sinemasını da yer yer eleştirir.Filmin siyah beyaz olmasına rağmen Dix'in hazırldığı senaryonun renkli çekilmesini istemesi bu duruma bir örnektir. Filmde bu tartışma "yapımcıya" sorulması ile aşılır. Burada üstü kapalı olarak bu film hakkında da bir eleştiri olup olmadığı düşünülmesi gerekilen bir konudur.



ONUR ÇOBAN

Johnny Guitar -1954

"-Unuttuğun kaç erkek oldu?
-Senin hatırladığın kadınlar kadar?"

Nicholas Ray’in 1954 tarihli bu western yapımı, yönetmenin farklı bakış açısıyla dikkat çekiyor. Filmden yıllar sonra bile bir stereotipe dönüşen beyaz atlı gitar çalan kovboyu bu filmde izleme şansı buluyoruz.
İçinden demiryolu geçecek olan bir kasabada bir rant mücadelesi yer almaktadır. Bu mücadeleye destek vermeyen ve bir hanı işleten Vienna, kasabalıların düşmanlığını çeker. O sırada buraya gelen ve Vienna'nın eski sevgilisi olan Johnny "Guitar" Logan, bu gerilimli durumun orta yerine yerleşir. Filmde kasabalıları yöneten Emma, Vienna ile soğuk bir savaş halindedir.

Filmde, yabancıları istemeyen bir toplum yapısı gösterilmiş. Westernler için klasik bir konuda olsa bu durum filmin çekildiği yıllar göz önüne alındığında senatör McCarthy'nin baskıcı bakış açısını hatırlatıyor.
Genellikle erkek egemen bir dünya düzeni çizen Vahşi Batı filmlerinin aksine bu eserde kadınlar arası mücadele gözler önüne seriliyor. Vienna ve Emma'nın iktidar mücadelesi tüm olay örgüsüne yansıtılıyor. Özellikle Joan Crawford, oyunculuğuyla göz dolduruyor.



Şarkılarıyla da dikkat çeken bu yapım, sinema tarihinde adını en çok seslendiren yapımlardan biri. Victor Young'ın bestelediği ve Peggy Lee'nin söylediği "Johnny Guitar" adlı şarkı da film kadar büyük bir üne kavuşmuştur.

Onur ÇOBAN