1984
(Roman ve Film Karşılaştırması)
1-
ROMANIN ADI: Bin Dokuz Yüz Seksen Dört
YAZARI: George Orwell
YAZIM YILI:1949
TÜRKİYE’DE Kİ YAYIN EVİ: Can Yayınları
BASIM TARİHİ:1984(Birinci basım)
2004(Yedinci basım)
YAZARI: George Orwell(1903–1950)
İngiliz romancısı ve denemecisi olan George Orwell,1903 yılında Hindistan’da doğmuştur.1922 yılında öğrenimin tamamladıktan sonra Birmanya’ya giderek İmparatorluluk polis teşkilatı’na girmiş,1928’de teşkilattan istifa etmiştir.1933’te buradaki anılarını “Birmanya Günleri” adı altında yayınladıktan sonra aynı yıl “Paris ve Londra Gezintileri” adlı kitabı yayınlanmıştır. Komünistlerin safında İspanya iç savaşına gönüllü olarak katılan Orwell 1938’de yazdığı “Katalonya’ya Saygı” adlı yapıtında o günlerini anlatmıştır. Ardından 1945 yılında Hayvan Çiftliği’ni yazmış, Fabl tarzı bir eser olan bu yapıtta Stalin’i eleştirmiştir.1949 yılında son kitabı olan bin dokuz yüz seksen dört’ü yazmış, bu kitabında gelecek hakkındaki karamsar görüşlerini dile getirmiştir. 1950 yılında Londra’da ölmüştür.[26] Önemli eserleri; Paris ve Londra'da Beş Parasız, Burma Günleri, Papazın Kızı, Zambak Solmasın, Wigan İskelesi Yolu, Katalonya’ya Selam, Aspidistra, Daralma, Hayvan çiftliği ve 1984’tür.
George Orwell eserlerinde yalın bir dil kullanmıştır. Kendi anıları dışında baskıcı rejimlere sert eleştirilerde bulunmuştur. Rus devrimine ve Troçki’ye hayran olan Orwell, İspanya iç savaşı sırasında yaşadıkları SSCB ye olan inancını sarsmıştır.
KİTABIN YAZILDIĞI DÖNEM:
Kitap 1949 yılında yazılmıştır.1945 yılında biten 2.Dünya Savaşının sonucunda Dünya sanat anlayışı oldukça değişmiştir. Özellikle savaşın getirdiği yıkım sanatçıların geleceğe karamsar bakmasına neden olmuştur. O dönemde Dünya, soğuk savaşın etkisi altına girmiştir. Dünya ABD ve SSCB önderliğinde 2 farklı kutba ayrılmıştır. ABD’nin emperyalist bir yönetim sergilemesi SSCB’nin ise aşırı bürokrasi anlayışı ülkelerin yönetim anlayışını temelli değiştirmiştir.
Dünya savaşlarında önce, geleceğe duyulan ümitler teker teker kaybolmuştur. Milyonlarca insanın öldüğü savaşlar, aşırı milliyetçiliğin yükselmesi, kapitalizmin insanları köleleştirmesi Orwell’ı derinden etkilemiştir. Bununla beraber Sosyalizme olan inancı, Stalin’in baskıcı yönetim anlayışı nedeniyle sarsılmıştır.
KİTABIN TEMASI:
-Baskıcı rejimlerin, birey ve topluma olan etkileri...
-Günümüzde hızla yükselen baskı rejimlerinin gelecekte
daha da güçleneceği...
-Özgürlük ve eşitlik adına bireyin ve toplumun özgürlüklerinin sınırlandırılması...
-Geleceğe karamsar bir bakış, bir distopya...
KİTABIN ÖYKÜSÜ:
1984 yılında yıllarca süren nükleer savaşların ardından dünya 3 süper devlet tarafından yönetilmektedir. Okyanusya,Doğu Asya ve Avrasya adındaki bu devletler sürekli birbirleriyle savaş halindedir.Winston Smith,Okyanusya adındaki süper devlette eski belgeleri “düzenleme” işinde çalışmaktadır.Okyanusya’da toplum 3 e ayrılmıştır.İç parti,Dış parti ve proleterler.İç parti ana yönetici sınıftır.En başta Büyük Birader bulunmaktadır.Büyük birader yanlış yapmaz,söylediği her şey doğrudur.Dış parti üyeleri ise devletin memurlarıdır.Smith’te doğruluk bakanlığında çalışan bir dış parti üyesidir.Dış parti üyeleri sürekli kontrol altında tutulmaktadır.Aşırı sevinç,üzüntü,cinsellik gibi duygusal davranışlar hoş karşılanmaz.Proleterler ise insan olarak görülmemekte,oldukça kötü şartlar altında yaşamaktadırlar.
Okyanusya, İngsos’la(İngiliz sosyalizmi)yönetilmektedir. Parti devletin mutlak hakimidir. Parti dünyaya barış ve huzur getirdiğini öne sürer. Partiye göre uçak bile parti tarafından bulunmuştur.
Kitapta anlatılan dünyada düşünce en büyük suçtur.Büyük birader her zaman haklıdır.Parti isterse 2+2=5 doğru bir denklemdir.Bu dünyada bireyden önce parti çıkarları gelir.Partiden önce dünya daha kötü bir yerdir.Partinin en önemli sloganlarından biri savaş barıştır,özgürlük köleliktir,bilgisizlik kuvvettir.
Yenikonuş(çift düşün)adı verilen dil partinin ortaya çıkardığı bir dildir.2050 yılında kullanılan tek dil bu olacaktır. Bu dille partiye karşı hiçbir karşı düşünce var olamayacaktır. Özgürlük gibi kelimeler anlamlarını kaybedecektir. Bu dilde eş ve zıt anlamlı kelimler olmayacaktır. Kelime sayısı sınırlandırılacaktır.
Winston Smith,40 yaşına yaklaşmış bir dış parti üyesidir. Uzun süredir en büyük suç olan düşünce suçunu işlemektedir.Hayatını,dünyayı ve büyük biraderi sorgulamaktadır. Eskiden dünyanın nasıl olduğunu merak etmektedir.Bir gün kendisi gibi düzene karşı duran bir kızla tanışır.Julia adlı bu kızla yasak bir ilişkiye girer.Her ikisi de partiden gizlenerek ilişkilerine devam ederler.Winston,bu sırada günlüğüne yazdıklarıyla “gerçek”leri bulmaya çalışır.Proleter bölgesinde bir satıcı olan Charrington’la bu konuları tartışır.
Bir gün Kardeşlik adındaki karşı-devrimci örgüte katılmak için iç parti üyelerinden O’Brien’le görüşürler. O’Brien onlara Goldstein’in “kitap”ını verir.Kitapta büyük birader ve İngiliz sosyalizmi hakkındaki gerçekler belirtilmektedir.
Ancak kitabı gizlice okudukları bir gün düşünce polisi tarafından yakalanırlar. O’Brien’in düşünce polisinin başında bulunduğunu anlarlar. Winston,parti tarafından sorguya çekilir.Ardından büyük biradere inanması için “iyileştirme” adı altında işkenceye uğrar.İşkenceler sırasında kendisi ve inançları arasında krizler yaşayan Winston,büyük biradere itaat etmesi ve hatta onu sevmesiyle işkenceler tamamlanır.Winston ve Julia öldürülecekleri günü beklemek için serbest bırakılır.
2-
FİLMİN YAPIM YILI: 1984
YÖNETMEN: Michael Radford(1946- )
OYUNCULAR: John Hurt, Richard Burton, Suzanna Hamilton
YÖNETMENİN ESERLERİ:
Another time,another place(1983)
Bin dokuz yüz seksen dört(1984)
IL Postino(1994)
B.Monkey(1998)
The merchant of venice(2004)
UYARLAMA TÜRÜ: Transposition
BAKIŞ AÇISI: Herşeyi bilen anlatıcı
-Filmde yer yer iç ses kullanılmıştır.
DİYALOGLAR: Kitap ve filmde neredeyse aynı diyaloglar kullanılmış
Yalın bir dil tercih edilmiş.
KARAKTERLER:
Winston Smith: Orta yaşlı, hayatı ve partiyi sorgulayan, büyük biradere karşı çıkmak isten bir dış parti üyesi. Ailesi küçük yaştayken ortadan kaybolmuş. Sürekli bu olayı hatırlamaktadır.
Julia: Partinin en büyük destekçisi gibi gözükmektedir. Bundaki amacı gerçek kişiliğini gizleme ihtiyacıdır. Julia, cinsellikten zevk almakta, partinin yasakladığı her şeyi çiğnemektedir.
O’Brien: İç Parti üyesi. Dışardan bakıldığında partiye çok ta bağlı olmayan bir kişi imajı çizmektedir. Aslında partinin önemli yöneticilerinden biridir. Birçok sorgulamayı o gerçekleştirir.
Charrington: proleter bölgesinde eski eşyaları satan bir satıcı kılığında dolaşır. Aslında bir düşünce polisidir.
Goldstein: Film ve kitap boyunca gözükmez. Ancak büyük biradere karşı olan kardeşlik adındaki örgütün lideridir. İngiliz sosyalizmin kurucularındandır. Ancak sonradan hain ilan edilmiştir.
Büyük Birader: filmde ve kitapta sürekli resmini görürüz. Sert bakışlı ve bıyıklıdır.Devletin başındaki kişidir.Aslında bir kişiden çok tüm parti olarak ta kabul edilebilir.Büyük birader ölümsüzdür.Her zaman doğruları söyler.Herkesi izler.
Syme ve parsons: Kitapta anlatılan karakterlerdir ancak filmde çok üzerlerinde durulmaz.
FİLMLE KİTAP ARASINDAKİ FARKLILIKLAR:
· Filmde kitaptaki her şey anlatılmaya çalışırken aslında çoğu şey havada kalmış
· Yan karakterler yeterince iyi verilememiş
· Sonradan kötü olduğunu anladığımız karakterler, filmde çok çabuk anlaşılmıştır
· Filmde parti üyeleri birbirlerine kardeşim derken, kitapta yoldaş diye hitap etmektedirler
· Kitapta Winston, kardeşlik örgütüne katılmak için O’Brien’ın evine Julia ile gider.Filmde ise tek başına gitmiştir.
· Yönetim sistemi kitapta ayrıntılarıyla anlatılırken filmde açıklanmayan birçok konu vardır.
· Filmde geriye dönüşler daha fazladır
· Film ve kitabın başlangıç yeri farklıdır.
· Filmde kitapta olmayan bir selamlaşma işareti vardır.
FİLMLE KİTAP ARASINDAKİ BENZERLİKLER:
· Film ve kitap hemen hemen aynı kronolojik sırayı takip etmiştir
· Aynı diyaloglar kullanılmıştır.
· Filmde görselleştirme çok başarılıdır. Kitaptaki yerler birebir çekilmiştir
· Karamsar sonu aynen bırakılmıştır
· İşkence sahneleri kitaptaki kadar etkileyicidir.
ELEŞTİRİLER:
Kitap ve film sosyalistlerce eleştirilmiştir. Bunun nedeni sosyalizmi eleştirmesi ve kapitalizmi yüceltmesi olarak görülmüştür.Bazı liberal çevreler onu anarşistlikle suçlamıştır.Oysa Orwell kitabında sosyalizmi değil Stalin yönetimindeki SSCB’yi eleştirmiştir.Bununla beraber tüm rejimleri de eleştirmiştir.Gerçekten de kitapta ve filmde Büyük Birader= Stalin veya Hitler,Goldstein =Troçki, Düşünce polisi=Gestapo, suçluların gönderildiği kamp=Nazilerin toplama kampı,gençlik örgütleri=Hitler Gençliği,partinin proletaryaya bakışı=Patronların işçilere bakışı vs...
Russell, “Orwell,daha az acılı bir dönemde yaşasaydı bu kadar karamsar olmazdı” diyerek görüşünü belirtmiştir.Film www.imdb.com kullanıcılarına göre 10 üzerinden 7 oy almıştır.Bunun dışında birçok eleştirmen Orwell’ın bu eserini Zamyatin'in biz adlı romanından esinlendiğini söylemişlerdir.
Almış olduğu ödüller:
-Evening Standard British Film Awards 1985: En iyi film, En iyi Aktör John Hurt
-Fantasporto 1985: En iyi aktör John Hurt
-Istanbul International Film Festival 1985: Golden Tulip, Michael Radford
-Valladolid International Film Festival 1984: En iyi aktör Richard Burton, John Hurt
ONUR ÇOBAN
İ.Ü.İletişim Fakültesi ödevi
1984 (Roman ve Film Karşılaştırması)
Etiketler:
Film yazıları
The man who shot Liberty Valance
The man who shot Liberty Valance
1962 yılında John Ford tarafından çekilen başrollerini james stewart,john wayne,vera miles ve lee marvin in oynadığı unutulmaz western.
Ford gibi klasik westernlerin babası sayılacak bir yönetmen tarafından resmen western ve vahşi batı kültürünün bir eleştirisi olarak görülebilir bu film.
Aslında yeşilçamda da sıklıkla gördüğümüz bir konu üzerine şekillenmiştir film.Doğudan (bizde batı) yani gelişmiş başkent bölgesinden; az gelişmiş, silahın kanunun önüne geçtiği batıya (bizde doğu) gelen idealist bir kişinin bir kasabada yaşadıkları...
İdealist avukatı canlandıran Stewart,hukukun üstünlüğünü savunmasına karşın; Wayne'in oynadığı rol daha çok vahşi batının kurallarının bu olduğunu bilen bir kişidir.Adıyla tezat oluşturan Liberty Valance bölgede zengin sürü sahipleri adına zulum işlemektedir...
Filmdeki ayrıntılar çok önemlidir.Zencilerin bara alınmak istenmemesi(ve Wayne nin buna karşı çıkması),kadınların okuma yazma bilmemesi hatta buna gerek bile görülmemesi (bir yerlerden tanıdık sanki) sinema tarihinin en uçuk(!) gazete editörünü canlandıran Edmond O'brien'in şişesi ile unutulmaz monolog u, iç içe gerçekleşen flasbackleri, politikanın gösteriş budalası insanlarla dolup taşması...
Ancak belkide filmin en unutulmaz tarafı final sahnesidir.Silahını asla kullanmak istemeyen stewart bunu yapmak zorunda kalıp liberty valance ı öldürmesi onun hayatı boyunca ulaşamayacağı bir yuksekliğe taşır.Oysa gerçekte valance ı vuran Wayne den başkası değildir.
Hayatı boyunca kasabası için çalışan stewart,bölgesini eyalet haline getirmiş,kanunu işler hale sokmuş,çöl olan toprağı yeşertmiştir.Ancak bölge halkı onu hala Liberty Valance ı vuran kahraman olarak anımsar.Gerçekte onu vuran kişi ise sarhoş ve beş parasız bir halde ölmüştür.
Filmde dendiği gibi " batıda efsaneler gerçekten iyiyse,efsaneler yazılır..."
ONUR ÇOBAN
1962 yılında John Ford tarafından çekilen başrollerini james stewart,john wayne,vera miles ve lee marvin in oynadığı unutulmaz western.
Ford gibi klasik westernlerin babası sayılacak bir yönetmen tarafından resmen western ve vahşi batı kültürünün bir eleştirisi olarak görülebilir bu film.
Aslında yeşilçamda da sıklıkla gördüğümüz bir konu üzerine şekillenmiştir film.Doğudan (bizde batı) yani gelişmiş başkent bölgesinden; az gelişmiş, silahın kanunun önüne geçtiği batıya (bizde doğu) gelen idealist bir kişinin bir kasabada yaşadıkları...
İdealist avukatı canlandıran Stewart,hukukun üstünlüğünü savunmasına karşın; Wayne'in oynadığı rol daha çok vahşi batının kurallarının bu olduğunu bilen bir kişidir.Adıyla tezat oluşturan Liberty Valance bölgede zengin sürü sahipleri adına zulum işlemektedir...
Filmdeki ayrıntılar çok önemlidir.Zencilerin bara alınmak istenmemesi(ve Wayne nin buna karşı çıkması),kadınların okuma yazma bilmemesi hatta buna gerek bile görülmemesi (bir yerlerden tanıdık sanki) sinema tarihinin en uçuk(!) gazete editörünü canlandıran Edmond O'brien'in şişesi ile unutulmaz monolog u, iç içe gerçekleşen flasbackleri, politikanın gösteriş budalası insanlarla dolup taşması...
Ancak belkide filmin en unutulmaz tarafı final sahnesidir.Silahını asla kullanmak istemeyen stewart bunu yapmak zorunda kalıp liberty valance ı öldürmesi onun hayatı boyunca ulaşamayacağı bir yuksekliğe taşır.Oysa gerçekte valance ı vuran Wayne den başkası değildir.
Hayatı boyunca kasabası için çalışan stewart,bölgesini eyalet haline getirmiş,kanunu işler hale sokmuş,çöl olan toprağı yeşertmiştir.Ancak bölge halkı onu hala Liberty Valance ı vuran kahraman olarak anımsar.Gerçekte onu vuran kişi ise sarhoş ve beş parasız bir halde ölmüştür.
Filmde dendiği gibi " batıda efsaneler gerçekten iyiyse,efsaneler yazılır..."
ONUR ÇOBAN
Etiketler:
Film yazıları
Rus Devrim Sineması
Rus Devrim Sineması
Sinema 20. yüzyıla damgasını vurmuş en önemli olaylardan biridir.Gelişimi birkaç yüzyıla dayanan ancak 19. yüzyılda fotoğrafın bulunmasıyla hız kazanan, hareketli resimler düşüncesi ,özellikle 1850’lerden sonra yavaş yavaş ortaya çıkmıştır.Çeşitli bilim adamlarının icatlarıyla gelişen bu yeni teknoloji bilindiği üzere, Lumiere Kardeşler ile birlikte günümüzdeki anlamıyla Sinema adını almıştır.
İlk yıllarında özellikle Fransa’da gelişen sinema bir çok yönetmen yetiştirmiştir.Bu dönemde Lumière kardeşlerden başka,Charles Pathé, George Méliès, gibi insanlar sinemanın gelişimine büyük katkıda bulundular.Bu kısa emekleme döneminden sonra Almanya başta olmak üzere çeşitli ülkeler sinemayı benimsediler ancak 1.Dünya Savaşı’nın yarattığı yıkıcı etki ve artan ekonomik krizler sinemayı da derinden etkiledi.İşte bu dönemde gerçekleşen büyük bir toplumsal hareket olan Rus Devrimi ve orada yaşayan çeşitli yönetmenlerin katkısıyla sinemada bu gün bile kullanılan çeşitli kuramlar ortaya atıldı.Bu dönemle birlikte sinema ilk kez bir sanat olarak görülmeye başlandı.
Devrim sineması,1917 Ekim Devriminden Sonra oluşan ve bir çok açıdan sinemayı etkileyen bir olaydır.Baskıcı çarlık rejimi sırasında yapılan filmler daha çok saray hayatını anlatan toplumsal olaylara değinmeyen filmlerdi.1917 yılında Lenin önderliğinde yapılan Rus Devrimi ile çarlık rejimi yıkılmış yeni bir yönetim biçimi oluşturulmuştur.Her alanda da olduğu gibi sinemada bunda çok etkilenmiştir.
Bu dönemde yapılan filmler ilk yıllarda propaganda amacıyla yapılmış filmlerdi.Bu filmlerin amacı tahmin edilebildiği üzere Ekim Devriminin ideolojisini yaymaktı.Hatta bu dönemde çeşitli yönetmenler devlet desteğini de arkalarını alarak büyük bütçeli görkemli filmler yaptılar.Bu ‘Propaganda Sineması’ adın verdiğimiz bir sinema türünü de başlatmış oldu.İlginçtir ki tamamen farklı ideolojiler olduğu halde 1930 ve 1940’lı yıllarda Nazi Almanyası da bu akıma dahil olacak hatta kimi özelliklerini 1920’li yıllarda çekilen Rus filmlerinden alacaklardır.Bu Propaganda sinemasının insanlar üzerindeki etkisini açıklamak için yeterlidir.
Peki Rus Devrim Sineması Sadece bir Propagandadan mı oluşmaktadır? Elbette ki içerik açısından tüm filmler Ekim Devrimine
bağlıydılar.Ancak bunu anlatırken bir çok usta isim sırf katıksız bir propaganda yapmamış sinemanın da gelişimi için kafa yormuşlardır.
Sinemanın gelişimi için çeşitli sinema okulları bu dönemde faaliyete başladı.Burada yetişen yönetmenler Rus Devrim Sinemasına şekil veren yönetmenler oldular.Bu dönemde yetişen büyük usta Sergey Eisenstein şöyle demiştir. ‘genç Sovyet sineması insan ve toplum araştırma,açıklama,giderek gereken yönde dönüştürme çabalarına girmiştir.Düşünce ve inançlarıyla yaratacakları yapıtları,insan yığınlarına en geniş boyutlarıyla götürebilecek sanat dalının sinema olması,devrim içinde devrim yaratıyordu.Genç yaratıcılar,sanat için sanat biçimindeki bir düşünceye katılmak bir yana öyle bir tutuma karşıdırlar(1)’
Devlet sinema enstitüsü VGIK;1919 yılında kurulmuştur.İyi bir sinema izleyicisine sahip olan Rusya(veya yeni ismiyle Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği)bu açıdan yeni kuramların oluşumu açısında şanslı bir yerdi.Bu nedenle çeşitli gruplar oluşturuldu.Kuleşov’un Deneysel Laboratuarı;Trauberg ve Gerasimov’un Çizgi dışı aktör fabrikası;Dziga Vertov’un sine-göz grupları bunların en önemlileridir.
Dziga Vertov bir çok açıdan çağdaş sinemaya yenilikler getiren kişi olarak bilinir.Onun ortaya attığı sinema gerçek’ veya ‘sinema göz’ dene yepyeni bir teori sadece Rusya’da değil tüm dünyada geniş yankılar uyandırmıştır.Kendisinin bir kurgucu olması nedeniyle Vertov’un kuramında kurgunun yeri büyüktür.Ondan öncede kurgu adına bir şeyler yapılmasına rağmen ilk kez bunu kuramlaştıran ve filmlerde baskın bir şekilde kullanan odur.Vertov’a göre
1-Cemal TAŞDAN, ‘Devrim Sineması;Eisenstein ve VGIK’,25.Kare dergisi sayı 1,Ankara,1990,s.86
Kamera gözdür.Alıcı tamamen nesnel kalmalı,tiyatrodan ve başka sanatlardan sinemaya gelen stüdyo,oyuncu, sahne düzeni,dekor gibi öğeler bir kenara bırakılmalıdır.Sinema Yapıtı,çeşitli nesnel parçaların ölçülüp biçilmesiyle, aralarında bağlantı kurularak,seçme yapılarak,tartım sağlanarak meydana getirilecekti(1)Sinema-göz ilk belgesellerin oluşumunda büyük rol oynar.
Vertov’un ilk ciddi çalışmaları 1922’de ortaya konmuştur.Bu dönemde Vertov’un yönetiminde,yeni belgesel filmlerle eski haber filmlerini yaratıcı bir biçimde kaynaştıran haftalık haber film dizisi Kino-Pravda’yı (sinema gerçek) başlattı.Vertov filmlerinde yavaşlatılmış çekimler,kamera açıları,büyütülmüş yakın planlar ve kamerayı lokomotif,motosiklet gibi araçlara yerleştirerek çekim yapıyor ve filmlerinin ritmik akışına katkıda bulunan bir teknik olarak,değişen sürelerde dondurulmuş görüntülere yer veriyordu.
‘Sinema- göz alıcı aygıtla,en temiz sinema dili ile yazılmıştır.(...)Artık seyirci,filmi,gözün dilinden sözün diline çevirmek zorunda değildir.Artık söz belgeseli değil,sinema belgeseli vardır.Kaynaşan bir sürü görsel görüntü ,yüzde yüz sinema dili’(2)Vertov özellikle kurguyu sesli sinemaya sokmasıyla önemini daha fazla arttırmıştır.
Vertov bu dönemde oluşturduğu ve Devrim Sinemasına katkıda bulunduğu yapıtları arasında İleri Sovyet(1926),Dünyanın Altında Biri(1926),On Birinci Yıl(1928),Kameralı Adam(1929),Donbas Senfonisi(1931) ve Lenin Üzerine Üç Şarkı(1934) sayılabilir.Bunların içinde Kameralı Adam en önemli eseri olarak görülmektedir.
‘sinemayı,nefret edip reddettikleri tiyatro ve edebiyatın karşıtı kabul eden’(3) Trauberg ve Gerasimov’un Çizgi dışı aktör fabrikası(FEKS) oyuncuları ve her türlü montajı ön plana çıkarmışlardır.
Lev Kuleşov’un kurduğu Deneysel Laboratuvar,sinemacılara montajın umulmayan sonuçlarını ve sinemacının yaratıcı rolünü kanıtlar ‘Yönetici her şeydir oyuncu ise Hiçbir şey’ Kuleşov’un savunduğu görüştür(4)Kuleşov,kuramını açıklayan ünlü bir deneyde,bir oyuncunun yakın plan ifadesiz yüzünü kullanmış,bu görüntü bir tabak çorba görüntüsünden sonra gösterildiğinde izleyicide oyuncunun aç olduğu,bir cenaze görüntüsünden sonra verildiğinde ise admın yaslı olduğu izlenimi yaratmıştır. İki durumda da izleyicinin oyuncuya yakıştırdığı duygu,görüntülerin sıralanışıyla verilmiştir.Kuşkusuz bu tarz deneyler ile kurgunun önemi bir kez daha vurgulanmaktadır.
Kuleşov tartışmasız çağımızn en önemli sinema adamlarından biridir.En önemli yapıtları Mühendis Prayt’ın Projesi(1917),Kızıl çephede(1920),bir Jack London uyarlaması olan Yasaya göre(1926) sayılabilir.
Görüldüğü gibi bu dönemde çeşitli sinema anlatım biçimleri oluşturulmuştur. Tüm bunlar o yıllarda tam olarak anlaşılmamışta olsa ilerleyen yıllarda değeri anlaşılmış hatta çağdaş sinemanın temellerini oluşturmuştur.İlk dönem Devrim sinemacıları devletten destek almış ve eserlerinde toplumsal sorunları ele almışlardır.Onlardan sonra yetişen genç Rus Sinemacılar bu akımları iyi öğrenip Sinemanın ilk Şaheserlerini oluşturmuşlardır.
Rus Devrim Sinemasını Doruklara taşıyan isim şüphesiz Sergey M. EISENSTEIN dır. Eisenstein kendisinden önce gelen sinema kuramcılarına büyük önem vermiştir.1917 Ekim Devriminden sonra çizgi yeteneği sayesinde Kızıl Ordu Propaganda bölümünde görevlendirildi.Makyajcılık,afişçilik,tiyatro dekoratörlülüğü ve oyunculuk yapmıştır.İşte tüm bu yaşadıkları ona ilerde çok yardımcı olacaktır.
Eisenstein sinema anlayışını şu cümlelerle açıklamıştır: ‘Hareketin mantıksal açıklamalarla anlatılması yoluyla olayları durağan bir biçimde yansıtmak yerine,çarpıcı kurgu adını verdiği yeni bir biçim öneriyordu.Bu yöntem,olaydan bağımsız,gelişi güzel seçilmiş görüntülerin,zaman sırası gözetilmeden,en güçlü psikolojik etki sağlamak üzere kullanılmasına dayanıyordu.Böylece filmi yapan kişi iletmek istediği düşünceyi izleyicilerin bilincinde oluşturmayı amaçlamalı ve onları,bu düşünceyi doğuracak ruhsal duruma sokmaya çalışmalıydı’(1)
Letonya’nın Riga kentinde doğan Eisenstein(1898-1948)Fransızca,Almanca ve ingilizce öğrenmiştir.Bu ona dünya edebiyatına kolaylıkla hakim olma avantajı tanımıştır.1924 yılında çektiği ilk uzun metrajlı filmi ‘Grev’ onun kendisini sürekli olarak sinemaya atılmasına yardımcı oldu. Eisenstein,çok başarılı film yönetmenliğinin yanındakurgu,ses ve görüntü alanında sinemaya önemli yenilikler getirmiştir.Filmlerinde sürekli bir hareketlilik vardır.Filmlerinin senaryolarını kendisi yapmış ayrıca her planın desenlerini çizer,tasarımını yapardı.
Eisenstein oluşturduğu kuamlarını daha sonraki yıllarda yazılı hale getirdi.İlk kez ABD ve İngiltere’de yayımlanan Film Duyumu,Film Biçimi ve SSCB’de Rusça yayımlanan Bir Sinemacının Düşünceleri ve Sinema Dersleri adlı eserler oluşturmuştur.Yayınlanan bu eserler ilerki yıllarda birçok sinema okullarında ders kitabı olarak okutulmuştur.Birtçok yönetmen Eisenstein’ın ortaya attığı bu kuramların etkisinde kalmıştır.
1-Battal ODABAŞ,ders notları
ONUR ÇOBAN
İ.Ü. İletişim Fakültesi
Sinema 20. yüzyıla damgasını vurmuş en önemli olaylardan biridir.Gelişimi birkaç yüzyıla dayanan ancak 19. yüzyılda fotoğrafın bulunmasıyla hız kazanan, hareketli resimler düşüncesi ,özellikle 1850’lerden sonra yavaş yavaş ortaya çıkmıştır.Çeşitli bilim adamlarının icatlarıyla gelişen bu yeni teknoloji bilindiği üzere, Lumiere Kardeşler ile birlikte günümüzdeki anlamıyla Sinema adını almıştır.
İlk yıllarında özellikle Fransa’da gelişen sinema bir çok yönetmen yetiştirmiştir.Bu dönemde Lumière kardeşlerden başka,Charles Pathé, George Méliès, gibi insanlar sinemanın gelişimine büyük katkıda bulundular.Bu kısa emekleme döneminden sonra Almanya başta olmak üzere çeşitli ülkeler sinemayı benimsediler ancak 1.Dünya Savaşı’nın yarattığı yıkıcı etki ve artan ekonomik krizler sinemayı da derinden etkiledi.İşte bu dönemde gerçekleşen büyük bir toplumsal hareket olan Rus Devrimi ve orada yaşayan çeşitli yönetmenlerin katkısıyla sinemada bu gün bile kullanılan çeşitli kuramlar ortaya atıldı.Bu dönemle birlikte sinema ilk kez bir sanat olarak görülmeye başlandı.
Devrim sineması,1917 Ekim Devriminden Sonra oluşan ve bir çok açıdan sinemayı etkileyen bir olaydır.Baskıcı çarlık rejimi sırasında yapılan filmler daha çok saray hayatını anlatan toplumsal olaylara değinmeyen filmlerdi.1917 yılında Lenin önderliğinde yapılan Rus Devrimi ile çarlık rejimi yıkılmış yeni bir yönetim biçimi oluşturulmuştur.Her alanda da olduğu gibi sinemada bunda çok etkilenmiştir.
Bu dönemde yapılan filmler ilk yıllarda propaganda amacıyla yapılmış filmlerdi.Bu filmlerin amacı tahmin edilebildiği üzere Ekim Devriminin ideolojisini yaymaktı.Hatta bu dönemde çeşitli yönetmenler devlet desteğini de arkalarını alarak büyük bütçeli görkemli filmler yaptılar.Bu ‘Propaganda Sineması’ adın verdiğimiz bir sinema türünü de başlatmış oldu.İlginçtir ki tamamen farklı ideolojiler olduğu halde 1930 ve 1940’lı yıllarda Nazi Almanyası da bu akıma dahil olacak hatta kimi özelliklerini 1920’li yıllarda çekilen Rus filmlerinden alacaklardır.Bu Propaganda sinemasının insanlar üzerindeki etkisini açıklamak için yeterlidir.
Peki Rus Devrim Sineması Sadece bir Propagandadan mı oluşmaktadır? Elbette ki içerik açısından tüm filmler Ekim Devrimine
bağlıydılar.Ancak bunu anlatırken bir çok usta isim sırf katıksız bir propaganda yapmamış sinemanın da gelişimi için kafa yormuşlardır.
Sinemanın gelişimi için çeşitli sinema okulları bu dönemde faaliyete başladı.Burada yetişen yönetmenler Rus Devrim Sinemasına şekil veren yönetmenler oldular.Bu dönemde yetişen büyük usta Sergey Eisenstein şöyle demiştir. ‘genç Sovyet sineması insan ve toplum araştırma,açıklama,giderek gereken yönde dönüştürme çabalarına girmiştir.Düşünce ve inançlarıyla yaratacakları yapıtları,insan yığınlarına en geniş boyutlarıyla götürebilecek sanat dalının sinema olması,devrim içinde devrim yaratıyordu.Genç yaratıcılar,sanat için sanat biçimindeki bir düşünceye katılmak bir yana öyle bir tutuma karşıdırlar(1)’
Devlet sinema enstitüsü VGIK;1919 yılında kurulmuştur.İyi bir sinema izleyicisine sahip olan Rusya(veya yeni ismiyle Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği)bu açıdan yeni kuramların oluşumu açısında şanslı bir yerdi.Bu nedenle çeşitli gruplar oluşturuldu.Kuleşov’un Deneysel Laboratuarı;Trauberg ve Gerasimov’un Çizgi dışı aktör fabrikası;Dziga Vertov’un sine-göz grupları bunların en önemlileridir.
Dziga Vertov bir çok açıdan çağdaş sinemaya yenilikler getiren kişi olarak bilinir.Onun ortaya attığı sinema gerçek’ veya ‘sinema göz’ dene yepyeni bir teori sadece Rusya’da değil tüm dünyada geniş yankılar uyandırmıştır.Kendisinin bir kurgucu olması nedeniyle Vertov’un kuramında kurgunun yeri büyüktür.Ondan öncede kurgu adına bir şeyler yapılmasına rağmen ilk kez bunu kuramlaştıran ve filmlerde baskın bir şekilde kullanan odur.Vertov’a göre
1-Cemal TAŞDAN, ‘Devrim Sineması;Eisenstein ve VGIK’,25.Kare dergisi sayı 1,Ankara,1990,s.86
Kamera gözdür.Alıcı tamamen nesnel kalmalı,tiyatrodan ve başka sanatlardan sinemaya gelen stüdyo,oyuncu, sahne düzeni,dekor gibi öğeler bir kenara bırakılmalıdır.Sinema Yapıtı,çeşitli nesnel parçaların ölçülüp biçilmesiyle, aralarında bağlantı kurularak,seçme yapılarak,tartım sağlanarak meydana getirilecekti(1)Sinema-göz ilk belgesellerin oluşumunda büyük rol oynar.
Vertov’un ilk ciddi çalışmaları 1922’de ortaya konmuştur.Bu dönemde Vertov’un yönetiminde,yeni belgesel filmlerle eski haber filmlerini yaratıcı bir biçimde kaynaştıran haftalık haber film dizisi Kino-Pravda’yı (sinema gerçek) başlattı.Vertov filmlerinde yavaşlatılmış çekimler,kamera açıları,büyütülmüş yakın planlar ve kamerayı lokomotif,motosiklet gibi araçlara yerleştirerek çekim yapıyor ve filmlerinin ritmik akışına katkıda bulunan bir teknik olarak,değişen sürelerde dondurulmuş görüntülere yer veriyordu.
‘Sinema- göz alıcı aygıtla,en temiz sinema dili ile yazılmıştır.(...)Artık seyirci,filmi,gözün dilinden sözün diline çevirmek zorunda değildir.Artık söz belgeseli değil,sinema belgeseli vardır.Kaynaşan bir sürü görsel görüntü ,yüzde yüz sinema dili’(2)Vertov özellikle kurguyu sesli sinemaya sokmasıyla önemini daha fazla arttırmıştır.
Vertov bu dönemde oluşturduğu ve Devrim Sinemasına katkıda bulunduğu yapıtları arasında İleri Sovyet(1926),Dünyanın Altında Biri(1926),On Birinci Yıl(1928),Kameralı Adam(1929),Donbas Senfonisi(1931) ve Lenin Üzerine Üç Şarkı(1934) sayılabilir.Bunların içinde Kameralı Adam en önemli eseri olarak görülmektedir.
‘sinemayı,nefret edip reddettikleri tiyatro ve edebiyatın karşıtı kabul eden’(3) Trauberg ve Gerasimov’un Çizgi dışı aktör fabrikası(FEKS) oyuncuları ve her türlü montajı ön plana çıkarmışlardır.
Lev Kuleşov’un kurduğu Deneysel Laboratuvar,sinemacılara montajın umulmayan sonuçlarını ve sinemacının yaratıcı rolünü kanıtlar ‘Yönetici her şeydir oyuncu ise Hiçbir şey’ Kuleşov’un savunduğu görüştür(4)Kuleşov,kuramını açıklayan ünlü bir deneyde,bir oyuncunun yakın plan ifadesiz yüzünü kullanmış,bu görüntü bir tabak çorba görüntüsünden sonra gösterildiğinde izleyicide oyuncunun aç olduğu,bir cenaze görüntüsünden sonra verildiğinde ise admın yaslı olduğu izlenimi yaratmıştır. İki durumda da izleyicinin oyuncuya yakıştırdığı duygu,görüntülerin sıralanışıyla verilmiştir.Kuşkusuz bu tarz deneyler ile kurgunun önemi bir kez daha vurgulanmaktadır.
Kuleşov tartışmasız çağımızn en önemli sinema adamlarından biridir.En önemli yapıtları Mühendis Prayt’ın Projesi(1917),Kızıl çephede(1920),bir Jack London uyarlaması olan Yasaya göre(1926) sayılabilir.
Görüldüğü gibi bu dönemde çeşitli sinema anlatım biçimleri oluşturulmuştur. Tüm bunlar o yıllarda tam olarak anlaşılmamışta olsa ilerleyen yıllarda değeri anlaşılmış hatta çağdaş sinemanın temellerini oluşturmuştur.İlk dönem Devrim sinemacıları devletten destek almış ve eserlerinde toplumsal sorunları ele almışlardır.Onlardan sonra yetişen genç Rus Sinemacılar bu akımları iyi öğrenip Sinemanın ilk Şaheserlerini oluşturmuşlardır.
Rus Devrim Sinemasını Doruklara taşıyan isim şüphesiz Sergey M. EISENSTEIN dır. Eisenstein kendisinden önce gelen sinema kuramcılarına büyük önem vermiştir.1917 Ekim Devriminden sonra çizgi yeteneği sayesinde Kızıl Ordu Propaganda bölümünde görevlendirildi.Makyajcılık,afişçilik,tiyatro dekoratörlülüğü ve oyunculuk yapmıştır.İşte tüm bu yaşadıkları ona ilerde çok yardımcı olacaktır.
Eisenstein sinema anlayışını şu cümlelerle açıklamıştır: ‘Hareketin mantıksal açıklamalarla anlatılması yoluyla olayları durağan bir biçimde yansıtmak yerine,çarpıcı kurgu adını verdiği yeni bir biçim öneriyordu.Bu yöntem,olaydan bağımsız,gelişi güzel seçilmiş görüntülerin,zaman sırası gözetilmeden,en güçlü psikolojik etki sağlamak üzere kullanılmasına dayanıyordu.Böylece filmi yapan kişi iletmek istediği düşünceyi izleyicilerin bilincinde oluşturmayı amaçlamalı ve onları,bu düşünceyi doğuracak ruhsal duruma sokmaya çalışmalıydı’(1)
Letonya’nın Riga kentinde doğan Eisenstein(1898-1948)Fransızca,Almanca ve ingilizce öğrenmiştir.Bu ona dünya edebiyatına kolaylıkla hakim olma avantajı tanımıştır.1924 yılında çektiği ilk uzun metrajlı filmi ‘Grev’ onun kendisini sürekli olarak sinemaya atılmasına yardımcı oldu. Eisenstein,çok başarılı film yönetmenliğinin yanındakurgu,ses ve görüntü alanında sinemaya önemli yenilikler getirmiştir.Filmlerinde sürekli bir hareketlilik vardır.Filmlerinin senaryolarını kendisi yapmış ayrıca her planın desenlerini çizer,tasarımını yapardı.
Eisenstein oluşturduğu kuamlarını daha sonraki yıllarda yazılı hale getirdi.İlk kez ABD ve İngiltere’de yayımlanan Film Duyumu,Film Biçimi ve SSCB’de Rusça yayımlanan Bir Sinemacının Düşünceleri ve Sinema Dersleri adlı eserler oluşturmuştur.Yayınlanan bu eserler ilerki yıllarda birçok sinema okullarında ders kitabı olarak okutulmuştur.Birtçok yönetmen Eisenstein’ın ortaya attığı bu kuramların etkisinde kalmıştır.
1-Battal ODABAŞ,ders notları
ONUR ÇOBAN
İ.Ü. İletişim Fakültesi
Etiketler:
akım kuram ve türler
SLAPSTİCK
SLAPSTİCK
Slapstick, bir komedi türü olarak sinemada gözümüze çarpar. Birçok örneğe sahip olan bu tür komedi birçok bakımdan klasik güldürüden ayrılır. Genellikle şiddet içeren canlı eylemler, kaba mizah, saçma durumlar yoluyla seyirciyi güldürmeye çalışan bir türdür.
Son yıllarda sinemada etkisini gösteren bu tür çağlar boyunca sahne sanatlarında etkisini göstermiştir. Seyirci tarafından çok beğenilen bu tür günümüzde olduğu gibi bazı aydınlar tarafından eleştirilmiştir.
Slapstick türü güldürülerde oyuncunun önemi büyüktür. Oyun¬cunun sadece güldürüp eğlendiren biri değil, çoğu zaman bir akrobat, tehlikeli sahneleri canlandıran bir oyuncu, rahat hareket eden kusursuz bir zamanlama ustası, yani bir tür sihirbaz olması beklenir.
Slapstick komedisinin çekiciliği her zaman dizginsiz şiddet öğesinden kaynaklanmıştır. Türün adı da, temel silahlanandan biri olan "şakşak"tan (slapstick) gelir. Şakşak (ya da ortaoyunundaki pastav), bir uçtan tutturul¬muş iki tahta parçasından oluşan ve bir yere vurulduğunda ses çıkaran bir tür maşadır. İlk kez, commedia dell’arte'nin başlıca karakterlerinden olan Arlecchino'nun kurbanlarını dövmekte kullanmasıyla, 16. yüzyılda ortaya çıktığı sanılmaktadır. Slapstick öğeleri, Eski Yunan ve Roma miminden başlayarak, çağlar boyu sıradan komedinin ve farsın önemli bir yönünü oluşturdu.
Bu komedi tarzı 1800’lü yıllarda etkisini daha da arttırdı. Bu dönemde slapstick komediler en çok İngiltere ve ABD 'deki müzikhollerde ve vodvil gösterile¬rinde var oldu. İngiltere’de George Formby ve Gracie Fields gibi yıldız¬ların oyunlarıyla popülerliğini 20. yüzyılda da sürdürdü. Sinemanın sağladığı daha geniş olanaklardan yararlanan Charlie Chaplin ve HaroId Lloyd gibi komedyenler ile Mack Sennett'ın Keystone Kops grubu slapstick tarzına, hızlandırılmış hareketlerle daha da komikleşen (örn. çılgın kovalamacalar, tekme al pasta fırlatmalar vb) kattılar.Chaplin’in Şarlo tiplemesi diğer slapstick sinemacılara nazaran eleştirmenlerce daha başarılı bulundu.Gerçektende bu filmler günümüzde bile güldürünün baş yapıtları olarak değerlendirilmektedir.
Slapstick, bir komedi türü olarak sinemada gözümüze çarpar. Birçok örneğe sahip olan bu tür komedi birçok bakımdan klasik güldürüden ayrılır. Genellikle şiddet içeren canlı eylemler, kaba mizah, saçma durumlar yoluyla seyirciyi güldürmeye çalışan bir türdür.
Son yıllarda sinemada etkisini gösteren bu tür çağlar boyunca sahne sanatlarında etkisini göstermiştir. Seyirci tarafından çok beğenilen bu tür günümüzde olduğu gibi bazı aydınlar tarafından eleştirilmiştir.
Slapstick türü güldürülerde oyuncunun önemi büyüktür. Oyun¬cunun sadece güldürüp eğlendiren biri değil, çoğu zaman bir akrobat, tehlikeli sahneleri canlandıran bir oyuncu, rahat hareket eden kusursuz bir zamanlama ustası, yani bir tür sihirbaz olması beklenir.
Slapstick komedisinin çekiciliği her zaman dizginsiz şiddet öğesinden kaynaklanmıştır. Türün adı da, temel silahlanandan biri olan "şakşak"tan (slapstick) gelir. Şakşak (ya da ortaoyunundaki pastav), bir uçtan tutturul¬muş iki tahta parçasından oluşan ve bir yere vurulduğunda ses çıkaran bir tür maşadır. İlk kez, commedia dell’arte'nin başlıca karakterlerinden olan Arlecchino'nun kurbanlarını dövmekte kullanmasıyla, 16. yüzyılda ortaya çıktığı sanılmaktadır. Slapstick öğeleri, Eski Yunan ve Roma miminden başlayarak, çağlar boyu sıradan komedinin ve farsın önemli bir yönünü oluşturdu.
Bu komedi tarzı 1800’lü yıllarda etkisini daha da arttırdı. Bu dönemde slapstick komediler en çok İngiltere ve ABD 'deki müzikhollerde ve vodvil gösterile¬rinde var oldu. İngiltere’de George Formby ve Gracie Fields gibi yıldız¬ların oyunlarıyla popülerliğini 20. yüzyılda da sürdürdü. Sinemanın sağladığı daha geniş olanaklardan yararlanan Charlie Chaplin ve HaroId Lloyd gibi komedyenler ile Mack Sennett'ın Keystone Kops grubu slapstick tarzına, hızlandırılmış hareketlerle daha da komikleşen (örn. çılgın kovalamacalar, tekme al pasta fırlatmalar vb) kattılar.Chaplin’in Şarlo tiplemesi diğer slapstick sinemacılara nazaran eleştirmenlerce daha başarılı bulundu.Gerçektende bu filmler günümüzde bile güldürünün baş yapıtları olarak değerlendirilmektedir.
Daha sonraki yıllarda Laurel ye Hardy'yle Marx kardeşler bu türde filmler yaptılar. Özellikle Laurel ve Hardy halk tarafından çok beğenildiler.Buna karşın bir çok eleştirmen onları ciddiye almadı.Filmlerinde hep, kötü rastlantılar, kaçıp kovalamalar, tekmelemeler vb. kaba güldürü öğelerine dayanan, hızlı tempolu slapstick türünün tipik örneklerini veren bu ikili zıt fiziksel ve kişilik özellikleriyle aslında birbirlerini bütünlüyorlardı. Zayıf Stan Laurel, çocuksu, beceriksiz, bir sorunla karşılaştığında gözlerini kırpıştırıp, hıçkırarak ağlamaya başlayan bir tipti. Şişman Oliver Hardy ise kendini daha zeki buluyor, sinirlenip otoriter, kibirli tavırlarıyla liderlik taşıyor ama sonunda hep gülünç durumlara düşüyordu.
Günümüzde de etkisini sürdüren bu türe örnek olarak Austin Powers filmini gösterebiliriz. Seri halinde çekilen bu filmlerde baş kahraman sürekli sulu güldü yapmakta,cinsellik gibi unsurları espri aracı olarak kullanmaktadır.Bir diğer örnekte Jim Carrey filmleridir.Bu filmlerde hep slapstick öğeleri gözümüze çarpar.Kısacası güldürü içerisinde önemli yere sahip olan bu tür birçokları için olağan üstüyken birçokları içinse katlanılamayacak şekilde kötüdür.
Onur ÇOBAN
Etiketler:
akım kuram ve türler
Roman Sanatı
ROMAN SANATI
Roman, batı medeniyetlerinin ürettiği en büyük sanatlardan biridir. Günümüzde de roman sanılanın aksine krizde değildir. Yeni anlatım teknikleri, farklı üsluplar ve konular roman sanatını sağlıklı, neşeli ve uzun ömürlü kılmaktadır.
1970–80 arasında roman
Türkiye 1930’lardan itibaren şehirleşmeye başladığı halde bir köy edebiyatı hep var olmuştur. Bunun temel nedenlerinden biri 1960’larda solun yükselmesidir. Yazar(Orhan Pamuk) beklide ilk burjuva hayatını anlatan romanları yazan kişidir. O, İstanbul Nişantaşı’nda ki varlıklı insanların romanını yazmış, bu nedenle kendini kabullendirememe sorunuyla karşı karşıya kalmıştır.
Roman ve kişisel alem
Türk romanında geleneksel olarak hep aynı konular işlenmiştir. Okuyucuların aklına gelmeyen hiçbir şey romanda yer almamaktadır. Bu Türk romanına zarar vermektedir. Bu tarz yazarlara göre dünya yorumlanacak bir yer değildir. Onlara göre zaten her şey açıktır. Yapılması gereken sadece bu dünyaya yeni kahramanlar yerleştirmektir. Orhan Pamuk’a göre bu anlayış, Türk romanının dünyada kabul görememesinin temel nedenlerinden biridir.
Türk Romanı
Türk Romanında oldukça başarılı yazarlar vardır. Ancak bunların sayısı oldukça azdır. Orhan Pamuk’ta bu yüzden diğer Türk yazarlardan roman tekniği değil yazarlık tavrı hakkında bir bilgi edinmiştir.
Tarihi Roman
Romanda anlatılanlar ne kadar gerçekle bağdaşıyor? Bu soru tarihi romanların başlıca sorunlarından biri olarak görülür. Pamuk’a göre ise tarih, günümüz gibi anlaşılması gereken bir yer değildir. Sadece bir imge deposudur.
Modern Roman Teknikleri
Günümüz dünyası geçmişe nazaran neden-sonuç ilişkisini kuramadığımız bir dünyadır. Bu nedenle 20.yüzyılın romanlarında,19.yüzyılın iyimserliğini bulmak imkânsıdır. Bu nedenle yazar yeni anlatım teknikleri geliştirmelidir. Değişik kurgu anlayışı gibi farklı teknikler romanı hep güncel tutmaktadır.
Roman ve Alegori
Günümüzde okuyucular her kelimeden birer simge çıkarma peşindedirler. Oysaki çoğu yazar bunu yapmaz, hatta karşıdır. Hikâyedeki dünya yaşadığımız dünyadan daha olağan üstü bir yer değildir.
Şirin’in şaşkınlığı
Okuduğumuz herhangi bir hikâyeyi, başka birine anlattığımızda kendi üslubumuzu kullanırız. Hikâye ne kadar farklı yazılmışsa yazılsın, onu anlattığımızda o artık bizim olur. Ona kendi stilimizi veririz.
ONUR ÇOBAN
İstanbul Üniversitesi
RTS 4.SINIF
Roman, batı medeniyetlerinin ürettiği en büyük sanatlardan biridir. Günümüzde de roman sanılanın aksine krizde değildir. Yeni anlatım teknikleri, farklı üsluplar ve konular roman sanatını sağlıklı, neşeli ve uzun ömürlü kılmaktadır.
1970–80 arasında roman
Türkiye 1930’lardan itibaren şehirleşmeye başladığı halde bir köy edebiyatı hep var olmuştur. Bunun temel nedenlerinden biri 1960’larda solun yükselmesidir. Yazar(Orhan Pamuk) beklide ilk burjuva hayatını anlatan romanları yazan kişidir. O, İstanbul Nişantaşı’nda ki varlıklı insanların romanını yazmış, bu nedenle kendini kabullendirememe sorunuyla karşı karşıya kalmıştır.
Roman ve kişisel alem
Türk romanında geleneksel olarak hep aynı konular işlenmiştir. Okuyucuların aklına gelmeyen hiçbir şey romanda yer almamaktadır. Bu Türk romanına zarar vermektedir. Bu tarz yazarlara göre dünya yorumlanacak bir yer değildir. Onlara göre zaten her şey açıktır. Yapılması gereken sadece bu dünyaya yeni kahramanlar yerleştirmektir. Orhan Pamuk’a göre bu anlayış, Türk romanının dünyada kabul görememesinin temel nedenlerinden biridir.
Türk Romanı
Türk Romanında oldukça başarılı yazarlar vardır. Ancak bunların sayısı oldukça azdır. Orhan Pamuk’ta bu yüzden diğer Türk yazarlardan roman tekniği değil yazarlık tavrı hakkında bir bilgi edinmiştir.
Tarihi Roman
Romanda anlatılanlar ne kadar gerçekle bağdaşıyor? Bu soru tarihi romanların başlıca sorunlarından biri olarak görülür. Pamuk’a göre ise tarih, günümüz gibi anlaşılması gereken bir yer değildir. Sadece bir imge deposudur.
Modern Roman Teknikleri
Günümüz dünyası geçmişe nazaran neden-sonuç ilişkisini kuramadığımız bir dünyadır. Bu nedenle 20.yüzyılın romanlarında,19.yüzyılın iyimserliğini bulmak imkânsıdır. Bu nedenle yazar yeni anlatım teknikleri geliştirmelidir. Değişik kurgu anlayışı gibi farklı teknikler romanı hep güncel tutmaktadır.
Roman ve Alegori
Günümüzde okuyucular her kelimeden birer simge çıkarma peşindedirler. Oysaki çoğu yazar bunu yapmaz, hatta karşıdır. Hikâyedeki dünya yaşadığımız dünyadan daha olağan üstü bir yer değildir.
Şirin’in şaşkınlığı
Okuduğumuz herhangi bir hikâyeyi, başka birine anlattığımızda kendi üslubumuzu kullanırız. Hikâye ne kadar farklı yazılmışsa yazılsın, onu anlattığımızda o artık bizim olur. Ona kendi stilimizi veririz.
ONUR ÇOBAN
İstanbul Üniversitesi
RTS 4.SINIF
Etiketler:
akım kuram ve türler
Radyo Yayıncılığı ve Radyoda Etik-1
(Etik dersi ödevinden bir bölüm)
2.1-Temel Kavramlar
2.1.1.Radyo’nun Tanımı
Çeşitli şekillerde tarif edebileceğimiz radyo en temel anlamıyla kitle haberleşme araçlarından biridir.Daha detaylı bir tanımla radyo,hemen hemen bütün sanat dallarının ve haberleşme yollarının birleşimidir.(1)
Radyo’nun kelime anlamı ise elektrik dalgalarının özelliğinden yararlanarak seslerin iletilmesi sistemidir.(2)
Tüm dünyada birbirine yakın söylenişe sahip olan radyo kelimesi,İngilizce Radio;Almanca ise Rundfunk olarak adlandırılır.
2.1.2.Radyo Yayını
Radyo Yayını,sesin elektromanyetik dalgalar aracılığı ile,topluma,bir vericiden özel alıcılar ile aktarılmasıdır.(3)
Çeşitli Radyo yayınları mevcuttur.Bunların en önemlileri:FM yayınlar,Kısa dalga yayınlar,uydu yayınları,Polis radyosu yayınları,radar yayınları vs...
2.2.Radyo’nun Tarihçesi
2.2.1.Dünyada Radyonun Gelişimi
Radyo’nun gelişimi bu cihazın icat edilmesinden çok öncelere dayanır.Bunun nedeni sesin kayıt edilebilmesi ve taşınması için yapılan çalışmaların 19.yüzyıl boyunca devam etmesidir.Çeşitli bilim adamları(daha çok mzüiğin kayıt edilmesi için olsada) yapmış oldukları çalışmalarla sesin kaydedilmesini başarmışlardır.Bunun bir vericiden çeşitli alıcılara nakli için ise biraz zaman geçmesi gerekmektedir.Sonunda 1860’lı yıllarda İtalyan Marconi’nin yaptığı çalışmalarla bildiğimiz anlamda radyo ortaya çıkmıştır.
Radyo Yayınlarının düzenli hale geçmesi ise biraz daha zaman almıştır.Sürekli ilk radyo vericisi 2 kasım 1920’de ABD’de çalışmaya başlamıştır.(4)Bu Radyonun ilk haberi seçim haberleri olmuştur.ABD’de 2 sene içinde düzenli yayın yapan istasyon sayısı 382’ye yükselmiştir.1922’de İngilter,Fransa ve SSCB’de;1923^te Almanya’da;1927’de Arjantin ve İtalya’da düzenli radyo yayınları başlamıştır.
2.2.2.Türkiye’de Radyo’nun gelişimi
Ülkemizde Radyo istasyonu ilk olarak 1927 yılında Türk Telsiz Telefon Şirketi tarafından İstanbul’da kurulmuştur.Aynı yıl,kısa bir aradan sonra,Ankara’da ikinci bir istasyon yayınına başlamıştır.
1-Öngören,Mahmut Tali,Televizyona Açılan Pencere,Ankara Gazeteciler Cemiyeti Yayını,Ankara,1972,s.92
2-TDK,Güncel Sözlük
3-Erdamar,Bengül,Radyo Programcılığı,İstanbul,1996,s.14
4-Aziz,Aysel,Radyo ve Televizyona Giriş,A.Ü.Siyasal Bilgiler Fakültesi Yayınları,1976,s.8
Radyoların yetersiz kalmaya başlamasıyla 1938 yılında Ankara’da bir uzun birde kısa dalga yayın yapabilen bir istasyon kurulmuştur.
Radyo yayınları 1938 yılında PTT’ye,1940 yılında ise Basın-yayın ve Turizm Müdürlüğü’ne bağlanmıştır.(1)
Radyo yayınları, 1964 yılında 359 sayılı yasa ile TRT Kurumu'na devredilmiştir.
1961 yılında İstanbul ve İzmir'de başlamak üzere küçük güçte ayrıca il radyoları kurulmuştur. (Antalya, Adana, Ga¬ziantep, Kars, Ankara, Van).
1. Mayıs. 1964'de TRT’nin oluşumuyla güçlü istasyonlar kurulmuş (Erzurum, İzmir, Mersin, Diyarbakır), yurdun, alan olarak % 62'si radyo dinleyebilir olmuştur. 1971 'de An- talya (600 Kw.), 1972'de İstanbul radyoları (1200 Kw.) güçlendirilmiştir. 1974'de TRT-l, TRT-2, TRT-3 (Bugünkü adlarıyla Radyo-1, Radyo-2, Radyo-3) yayınları başlamıştır.
Onur ÇOBAN
İ.Ü. İletişim Fakültesi
2.1-Temel Kavramlar
2.1.1.Radyo’nun Tanımı
Çeşitli şekillerde tarif edebileceğimiz radyo en temel anlamıyla kitle haberleşme araçlarından biridir.Daha detaylı bir tanımla radyo,hemen hemen bütün sanat dallarının ve haberleşme yollarının birleşimidir.(1)
Radyo’nun kelime anlamı ise elektrik dalgalarının özelliğinden yararlanarak seslerin iletilmesi sistemidir.(2)
Tüm dünyada birbirine yakın söylenişe sahip olan radyo kelimesi,İngilizce Radio;Almanca ise Rundfunk olarak adlandırılır.
2.1.2.Radyo Yayını
Radyo Yayını,sesin elektromanyetik dalgalar aracılığı ile,topluma,bir vericiden özel alıcılar ile aktarılmasıdır.(3)
Çeşitli Radyo yayınları mevcuttur.Bunların en önemlileri:FM yayınlar,Kısa dalga yayınlar,uydu yayınları,Polis radyosu yayınları,radar yayınları vs...
2.2.Radyo’nun Tarihçesi
2.2.1.Dünyada Radyonun Gelişimi
Radyo’nun gelişimi bu cihazın icat edilmesinden çok öncelere dayanır.Bunun nedeni sesin kayıt edilebilmesi ve taşınması için yapılan çalışmaların 19.yüzyıl boyunca devam etmesidir.Çeşitli bilim adamları(daha çok mzüiğin kayıt edilmesi için olsada) yapmış oldukları çalışmalarla sesin kaydedilmesini başarmışlardır.Bunun bir vericiden çeşitli alıcılara nakli için ise biraz zaman geçmesi gerekmektedir.Sonunda 1860’lı yıllarda İtalyan Marconi’nin yaptığı çalışmalarla bildiğimiz anlamda radyo ortaya çıkmıştır.
Radyo Yayınlarının düzenli hale geçmesi ise biraz daha zaman almıştır.Sürekli ilk radyo vericisi 2 kasım 1920’de ABD’de çalışmaya başlamıştır.(4)Bu Radyonun ilk haberi seçim haberleri olmuştur.ABD’de 2 sene içinde düzenli yayın yapan istasyon sayısı 382’ye yükselmiştir.1922’de İngilter,Fransa ve SSCB’de;1923^te Almanya’da;1927’de Arjantin ve İtalya’da düzenli radyo yayınları başlamıştır.
2.2.2.Türkiye’de Radyo’nun gelişimi
Ülkemizde Radyo istasyonu ilk olarak 1927 yılında Türk Telsiz Telefon Şirketi tarafından İstanbul’da kurulmuştur.Aynı yıl,kısa bir aradan sonra,Ankara’da ikinci bir istasyon yayınına başlamıştır.
1-Öngören,Mahmut Tali,Televizyona Açılan Pencere,Ankara Gazeteciler Cemiyeti Yayını,Ankara,1972,s.92
2-TDK,Güncel Sözlük
3-Erdamar,Bengül,Radyo Programcılığı,İstanbul,1996,s.14
4-Aziz,Aysel,Radyo ve Televizyona Giriş,A.Ü.Siyasal Bilgiler Fakültesi Yayınları,1976,s.8
Radyoların yetersiz kalmaya başlamasıyla 1938 yılında Ankara’da bir uzun birde kısa dalga yayın yapabilen bir istasyon kurulmuştur.
Radyo yayınları 1938 yılında PTT’ye,1940 yılında ise Basın-yayın ve Turizm Müdürlüğü’ne bağlanmıştır.(1)
Radyo yayınları, 1964 yılında 359 sayılı yasa ile TRT Kurumu'na devredilmiştir.
1961 yılında İstanbul ve İzmir'de başlamak üzere küçük güçte ayrıca il radyoları kurulmuştur. (Antalya, Adana, Ga¬ziantep, Kars, Ankara, Van).
1. Mayıs. 1964'de TRT’nin oluşumuyla güçlü istasyonlar kurulmuş (Erzurum, İzmir, Mersin, Diyarbakır), yurdun, alan olarak % 62'si radyo dinleyebilir olmuştur. 1971 'de An- talya (600 Kw.), 1972'de İstanbul radyoları (1200 Kw.) güçlendirilmiştir. 1974'de TRT-l, TRT-2, TRT-3 (Bugünkü adlarıyla Radyo-1, Radyo-2, Radyo-3) yayınları başlamıştır.
Onur ÇOBAN
İ.Ü. İletişim Fakültesi
Etiketler:
Radyo ve TV
Radyo Yayıncılığı ve Radyoda Etik-2
(Etik dersi ödevinden bir bölüm)
2.3.-Radyo’nun Amacı
2.3.1.Genel Olarak Radyo’nun Amacı
Radyo diğer kitle iletişim araçları gibi topluma karşı sorumlulukları olan bir haberleşme aracıdır.Bu nedenle Türkiye’de ve dünyada,yazılı veya sözlü bazı amaçlar gütmektedir.
Radyonun sorumlulukları ve mesleki etik anlayışı incelendiğinde bazı maddeler gözümüze çarpar.Özel radyolar için çok geçerli olmasa da,ülkemizde TRT bazı temel amaçlar belirlemiştir.Bunlar: (2)
a) Programların birbirini tamamlayacak ve dinleyiciye seçme hakkı tanıyacak şekilde, birden fazla radyo ile bütün yurt sathına yayılmasını, sınır bölgelerimizde yaşayan va¬tandaşlarımızın bu programları dinlemelerini öncelikle sağlamak,
b) Türkiye Cumhuriyeti Devletini, zengin kültürünü, tarihi değerleri hayat şekli, düşünceleri, duygulan ve hoşgörüsü ile kendi insanımıza tanıtacak, ülkemiz aleyhine düzenlenecek yabancı yayınların etkisini silmeye yönelik, inandırıcı, öğretici ve ilgi çekici programlar yapmak,
c) Yurt içinde yapılacak sürekli radyo yayınları ile Türk toplumuna doğru, tarafsız ve çabuk haber vermek. Kamuoyunun Anayasa ilkeleri doğrultusunda, serbestçe ve sağlıklı bir şekilde oluşması için çeşitli yaş, meslek, eğitim ve kültür seviyesinde bulunan dinleyicilerin eğitim ve kültürlerine katkıda bulunmak, müzik ve eğlence ihtiyaçlarını karşılamak,
d) Türkiye'nin diğer ülkelerle, sosyal ilişkilerinin, milletlerarası entegrasyona yönelik, ihracattın geliştirilmesinde, yeni pazarların bulunmasında, karşılıklı yatırım anlaşmalarında sağlanan işbirliği imkânlarının tanıtmasına yardımcı olmak
e) Radyo yayınlarının stüdyodan dinleyicilere ulaşmasına kadar geçirdiği bütün safhalarda en ileri teknolojik gelişmelere uygun olarak, kalitesini muhafaza etmek,yayınların yurdun her tarafına u1aştırılmasına ve mevcut yayınların kalitesinin artırılmasında,günümüzde devamlı değişen teknolojiye uyum sag1amaktır.
1-Aziz,Aysel,A.G.E.,s.94
2-TRT Genel Yayın Planı-1996,s2
2.4.Radyo ve etik
2.4.1.Radyo’da Etik
Her kurumda olduğu gibi Radyo’da da belirli bir etik anlayışı yer alır.Ancak çok tartışmalı olan bu etik kavramı oldukça görecelidir.Bir radyo kuruluşunca etik olarak görülen bir davranış başka bir kurumca etik dışı olarak değerlendirilebilir.Genellikle yayın politikalarınca açıklanabilecek bu olay kimi zaman çeşitli tartışmalara da neden olmaktadır.
Radyo özellikle ülkemizde etkinliğini yitirmektedir. Bu elbette kişileri etkileyebilecek bir haberleşme aracı olduğunu da değiştirmez.Ancak son 20 yılda Televizyonun hızla yaygınlaşması,günümüzde de internetin hız kazanmasıyla radyo eski günlerini aramaktadır.Günümüz radyo dinleyicisi yolculuklarda veya diğer kitle iletişim araçlarına ulaşımın güç olduğu yerlerde daha fazladır.Bu bakımdan radyo(ulaşılabilirlilik) büyük avantaj sağlar.Buna karşın görsel öğelerden yoksun olmazsı dinleyici kaybetmesine neden olmaktadır.
Tüm bu nedenlerden dolayı radyo yayınlarında büyük bir değişim gözlenmiştir.Özellikle müzik yayınına ağırlık veren istasyonlar,en yeni şarkıları yayınlayarak dinleyici kazanma çabasındadır.Bir başka değişim ise ciddiyetten uzak programların yaygınlaşmasıdır.Birkaç radyo istasyonu dışında çoğu radyo istasyonu “reklam” elde edebilmek için bu çabaya girmiştir.İşte tam burada etik değerler tartışılmaya başlanılabilir.Reklam yani kar elde etmek amacıyla yayın politikası belirlenebilir mi?
Çoğu ülkede olduğu gibi ülkemizde de kamusal radyo yayıncılığı kar amacı gütmez.Genellikle kendi yayın akışını sürdürebilecek kadar reklam almak onun için yeterlidir.Ancak özel radyo istasyonlarının kuruluş amacı kar elde etmektir.Bu bazı istisnai durumlar dışında genellikle tüm dünyada böyledir.
Haber gibi tarafsız olunması gereken programlarda bu konu daha bir önem taşır.Örneğin bir şirketin haberini yaparak,para kazanan bir radyo istasyonunun yaptığı ne kadar etiktir?
Bu istasyon şirketin haberini yaparak ondan para alır ve bir nevi onun reklamını yapar.Böylelikle dinleyicileri yönlendirmiş olur.Bu davranış çoğu insan için etik değer taşımaz.Ancak,şöyle bir karşı tez de öne sürülebilir.”Her şey haber değeri taşıya bilir”
Bu görüşü savunan istasyon her şeyin haberinin yapılabileceğini bunun için alınan paranın da doğru olduğunu savunabilir.
Bu davranış çoğu medya patronunca desteklenen bir düşünce olsa da ne yazık ki açıkça belirtilmez.Bunun yerine gizlice yapılan anlaşmalarla medyayı yönlendirip para kazanma yoluna giderler.Bu hem insanların etik sorgulamasından onları kurtarmaktadır,hem de yasal prosedürü etkisiz hale getirmektedir.
ONUR ÇOBAN
İ.Ü. İletişim Fakültesi
2.3.-Radyo’nun Amacı
2.3.1.Genel Olarak Radyo’nun Amacı
Radyo diğer kitle iletişim araçları gibi topluma karşı sorumlulukları olan bir haberleşme aracıdır.Bu nedenle Türkiye’de ve dünyada,yazılı veya sözlü bazı amaçlar gütmektedir.
Radyonun sorumlulukları ve mesleki etik anlayışı incelendiğinde bazı maddeler gözümüze çarpar.Özel radyolar için çok geçerli olmasa da,ülkemizde TRT bazı temel amaçlar belirlemiştir.Bunlar: (2)
a) Programların birbirini tamamlayacak ve dinleyiciye seçme hakkı tanıyacak şekilde, birden fazla radyo ile bütün yurt sathına yayılmasını, sınır bölgelerimizde yaşayan va¬tandaşlarımızın bu programları dinlemelerini öncelikle sağlamak,
b) Türkiye Cumhuriyeti Devletini, zengin kültürünü, tarihi değerleri hayat şekli, düşünceleri, duygulan ve hoşgörüsü ile kendi insanımıza tanıtacak, ülkemiz aleyhine düzenlenecek yabancı yayınların etkisini silmeye yönelik, inandırıcı, öğretici ve ilgi çekici programlar yapmak,
c) Yurt içinde yapılacak sürekli radyo yayınları ile Türk toplumuna doğru, tarafsız ve çabuk haber vermek. Kamuoyunun Anayasa ilkeleri doğrultusunda, serbestçe ve sağlıklı bir şekilde oluşması için çeşitli yaş, meslek, eğitim ve kültür seviyesinde bulunan dinleyicilerin eğitim ve kültürlerine katkıda bulunmak, müzik ve eğlence ihtiyaçlarını karşılamak,
d) Türkiye'nin diğer ülkelerle, sosyal ilişkilerinin, milletlerarası entegrasyona yönelik, ihracattın geliştirilmesinde, yeni pazarların bulunmasında, karşılıklı yatırım anlaşmalarında sağlanan işbirliği imkânlarının tanıtmasına yardımcı olmak
e) Radyo yayınlarının stüdyodan dinleyicilere ulaşmasına kadar geçirdiği bütün safhalarda en ileri teknolojik gelişmelere uygun olarak, kalitesini muhafaza etmek,yayınların yurdun her tarafına u1aştırılmasına ve mevcut yayınların kalitesinin artırılmasında,günümüzde devamlı değişen teknolojiye uyum sag1amaktır.
1-Aziz,Aysel,A.G.E.,s.94
2-TRT Genel Yayın Planı-1996,s2
2.4.Radyo ve etik
2.4.1.Radyo’da Etik
Her kurumda olduğu gibi Radyo’da da belirli bir etik anlayışı yer alır.Ancak çok tartışmalı olan bu etik kavramı oldukça görecelidir.Bir radyo kuruluşunca etik olarak görülen bir davranış başka bir kurumca etik dışı olarak değerlendirilebilir.Genellikle yayın politikalarınca açıklanabilecek bu olay kimi zaman çeşitli tartışmalara da neden olmaktadır.
Radyo özellikle ülkemizde etkinliğini yitirmektedir. Bu elbette kişileri etkileyebilecek bir haberleşme aracı olduğunu da değiştirmez.Ancak son 20 yılda Televizyonun hızla yaygınlaşması,günümüzde de internetin hız kazanmasıyla radyo eski günlerini aramaktadır.Günümüz radyo dinleyicisi yolculuklarda veya diğer kitle iletişim araçlarına ulaşımın güç olduğu yerlerde daha fazladır.Bu bakımdan radyo(ulaşılabilirlilik) büyük avantaj sağlar.Buna karşın görsel öğelerden yoksun olmazsı dinleyici kaybetmesine neden olmaktadır.
Tüm bu nedenlerden dolayı radyo yayınlarında büyük bir değişim gözlenmiştir.Özellikle müzik yayınına ağırlık veren istasyonlar,en yeni şarkıları yayınlayarak dinleyici kazanma çabasındadır.Bir başka değişim ise ciddiyetten uzak programların yaygınlaşmasıdır.Birkaç radyo istasyonu dışında çoğu radyo istasyonu “reklam” elde edebilmek için bu çabaya girmiştir.İşte tam burada etik değerler tartışılmaya başlanılabilir.Reklam yani kar elde etmek amacıyla yayın politikası belirlenebilir mi?
Çoğu ülkede olduğu gibi ülkemizde de kamusal radyo yayıncılığı kar amacı gütmez.Genellikle kendi yayın akışını sürdürebilecek kadar reklam almak onun için yeterlidir.Ancak özel radyo istasyonlarının kuruluş amacı kar elde etmektir.Bu bazı istisnai durumlar dışında genellikle tüm dünyada böyledir.
Haber gibi tarafsız olunması gereken programlarda bu konu daha bir önem taşır.Örneğin bir şirketin haberini yaparak,para kazanan bir radyo istasyonunun yaptığı ne kadar etiktir?
Bu istasyon şirketin haberini yaparak ondan para alır ve bir nevi onun reklamını yapar.Böylelikle dinleyicileri yönlendirmiş olur.Bu davranış çoğu insan için etik değer taşımaz.Ancak,şöyle bir karşı tez de öne sürülebilir.”Her şey haber değeri taşıya bilir”
Bu görüşü savunan istasyon her şeyin haberinin yapılabileceğini bunun için alınan paranın da doğru olduğunu savunabilir.
Bu davranış çoğu medya patronunca desteklenen bir düşünce olsa da ne yazık ki açıkça belirtilmez.Bunun yerine gizlice yapılan anlaşmalarla medyayı yönlendirip para kazanma yoluna giderler.Bu hem insanların etik sorgulamasından onları kurtarmaktadır,hem de yasal prosedürü etkisiz hale getirmektedir.
ONUR ÇOBAN
İ.Ü. İletişim Fakültesi
Etiketler:
Radyo ve TV
Radyo Yayıncılığı ve Radyoda Etik-3
(Etik dersi ödevinden bir bölüm)
2.4.2.Radyo’da Etiğin Değerlendirilmesi
Yukarda belirtmiş olduğumuz etik anlayışını peki kim değerlendirir?Bu aslında çok tartışılan bir konudur.Bir çok yayıncı bunu kuruluşun yayın politikasının belirlemesi gerektiğini söyler.yaygın bir düşünce ise izleyici/dinleyici profilinin bunu belirlemesidir.Gerçektende belli bir yaş aralığında veya farklı kültürlerden gelen kişiler farklı etik anlayışı belirlerler.Bu nedenle ortak bir etik anlayışı belirlemek en doğrusu olacaktır.
Tüm bu görüşlerin çoğu zaman yaptırımsız kalması doğaldır.Bu gibi durumlarda yasal bazı düzenlemeler devreye girer.TRT için kendi kuralları mevcuttur.Özel radyo yayınları ise yasalarda belirtilen davranışlara uymak zorundadır.Bu yasalar çerçevesinde bir yayının etik değer taşıyıp taşımamasını RTÜK kontrol eder.Çeşitli yaptırımlara sahip olan bu kurumun dışında meslek geleneği gibi kurumların kendi otokontrol mekanizmaları vardır.
2.4.3.Radyonun Topluma Etkisi
Etik anlayışını irdelerken radyonun kitlelere ne gibi etkileri olabileceğini bilmek çok önemlidir.Bunları kısaca şöyle belirtebiliriz: (1)
1) Toplumsal (Sosyal) Etkiler
2) Psikolojik (Ruhsal) Etkiler
3) Bedensel (Biyolojik) Etkiler
2.4.3.1 Toplumsal Etkiler
Genelde radyo yayın içeriklerine bağlı kalarak mahalli kültürü yıktığı ileri sürülmektedir. Özellikle geçiş dönemindeki toplumlarda, radyo ve televizyon az kanallı olduğundan belirli bir düzeyde, yani herkese seslenebilen yayın yapmaktadır. Radyo ve televizyonun toplumsal etkileri şu konularda görülür:
1) Aile Düzenine Etkisi:
Radyo yayınları aile yaşamına girmiş, evin bir elemanı olmuştur. Dolayısıyla aile kendini bu araçlara göre ayarla¬maya başlamıştır. Çünkü araçları kendine uydurabilmek, mümkün değildir. Yeme, uyuma, gezme, konukların gelme¬sinde hep bunlar etkilidir. Bu, durum aileye ilk girdiğinde daha belirgindir. Kişinin uykusunu etkilemekte, belli bir yerde olduğundan herkesi zorunlu olarak oraya toplamak¬tadır.
Radyonun başlangıç yıllarında bu etki daha fazlaydı. Aileyi bir araya topluyordu. Bugün, alıcıların küçüklüğü nedeniyle bu etkisi kalmamıştır. Hatta bir gevşeme söz konusudur. Ancak bu, gelişmiş ülkeler için söylenebilir. .
Etki ise ailenin kültür düzeyine göre değişmektedir. Ge¬nelde, kadınları duygusal açıdan etkilemektedirler.
2) Serbest Zamana Etkisi:
Radyonun ilk yıllarında, eğlence yerlerine gidiş azalmıştır. Maç, tiyatro gibi Radyo, yalnızca kulağı etkilediğinden, kişi diğer işlerini yapabilmektedir.Bu özelliği diğer kitle iletişim araçlarına göre bir artıysa da yinede serbest zamanı oldukça doldurmaktadır.
3) Eğitim ve Öğretime etkisi:
Günümüzde radyo ve televizyonun, eğitim ve öğretim için etkin kitle haberleşme araçları olduğu ortadadır. Hatta bazı ülkeler, bu araçlara, kalkınmalarında en önemli araçlar olarak bakmaktalar. Gerçekten de bu araçlar, okuma~yazına bilmeyi gerektirmediğinden daha etkili ve ilginçtirler. Radyo ve TV eğitim ile herkese, bilgi, beceri ve kültür aktarılmaktadır.
4) Tutum ve Davranışlara Etkisi:
Radyo kişinin tutum ve davranışlarını etkilemektedir. Bu etkiyi yaratan, haber propaganda ve reklâm yayınlarıdır. Haber yayınları ile kişinin fikirlerinde değişimler olmaktadır.
Propaganda ve reklam yayınlarının zaten amacı budur. 2. Dünya savası sırasında Hitler'in propaganda bakanı Göbels, savaşın kazanıldığı dönemler için, "Radyo olma¬saydı, savaşı kaybederdik" demiştir.
1-Erdamar,Bengül,A.g.e.
2.4.3.2 Psikolojik Etkiler:
Radyonun sadece kulağa hitap etmesi, hayal gücünü harekete geçirir. Bu çoğu zaman iyi bir özellik olarak kullanılsa da reklam gibi yayınların bazılarında bilinç altını etkileme özelliği de vardır.
2.4.3.3 Bedensel Etkiler:
Radyo yayını için çok olmasa da başta televizyon bedensel zararlar vermektedir.Radyoda ise kulaklık takılıp dinlenmesi kulağa olumsuz etkile verebilir.
2.5.Sonuç
Sonuç olarak radyo hala etkili olan bir kitle iletişim aracıdır.Tüm haberleşme araçlarında olduğu gibi etkisi insanlar üzerinde oldukça fazladır.Bu nedenle yayınların dikkatlice izlenmesi gerekir.Yanlış ve etik olmayan bir yayın birçok kişiyi olumsuz yönde etkileyebilir.Bunun için dinleyicilerin kendi tepkilerini belirtmeleri ve yayıncı kuruluşlarını yasalara ve kendi otokontrollerine uymaları gerekmektedir.
Onur ÇOBAN
İ.Ü. İletişim Fakültesi
2.4.2.Radyo’da Etiğin Değerlendirilmesi
Yukarda belirtmiş olduğumuz etik anlayışını peki kim değerlendirir?Bu aslında çok tartışılan bir konudur.Bir çok yayıncı bunu kuruluşun yayın politikasının belirlemesi gerektiğini söyler.yaygın bir düşünce ise izleyici/dinleyici profilinin bunu belirlemesidir.Gerçektende belli bir yaş aralığında veya farklı kültürlerden gelen kişiler farklı etik anlayışı belirlerler.Bu nedenle ortak bir etik anlayışı belirlemek en doğrusu olacaktır.
Tüm bu görüşlerin çoğu zaman yaptırımsız kalması doğaldır.Bu gibi durumlarda yasal bazı düzenlemeler devreye girer.TRT için kendi kuralları mevcuttur.Özel radyo yayınları ise yasalarda belirtilen davranışlara uymak zorundadır.Bu yasalar çerçevesinde bir yayının etik değer taşıyıp taşımamasını RTÜK kontrol eder.Çeşitli yaptırımlara sahip olan bu kurumun dışında meslek geleneği gibi kurumların kendi otokontrol mekanizmaları vardır.
2.4.3.Radyonun Topluma Etkisi
Etik anlayışını irdelerken radyonun kitlelere ne gibi etkileri olabileceğini bilmek çok önemlidir.Bunları kısaca şöyle belirtebiliriz: (1)
1) Toplumsal (Sosyal) Etkiler
2) Psikolojik (Ruhsal) Etkiler
3) Bedensel (Biyolojik) Etkiler
2.4.3.1 Toplumsal Etkiler
Genelde radyo yayın içeriklerine bağlı kalarak mahalli kültürü yıktığı ileri sürülmektedir. Özellikle geçiş dönemindeki toplumlarda, radyo ve televizyon az kanallı olduğundan belirli bir düzeyde, yani herkese seslenebilen yayın yapmaktadır. Radyo ve televizyonun toplumsal etkileri şu konularda görülür:
1) Aile Düzenine Etkisi:
Radyo yayınları aile yaşamına girmiş, evin bir elemanı olmuştur. Dolayısıyla aile kendini bu araçlara göre ayarla¬maya başlamıştır. Çünkü araçları kendine uydurabilmek, mümkün değildir. Yeme, uyuma, gezme, konukların gelme¬sinde hep bunlar etkilidir. Bu, durum aileye ilk girdiğinde daha belirgindir. Kişinin uykusunu etkilemekte, belli bir yerde olduğundan herkesi zorunlu olarak oraya toplamak¬tadır.
Radyonun başlangıç yıllarında bu etki daha fazlaydı. Aileyi bir araya topluyordu. Bugün, alıcıların küçüklüğü nedeniyle bu etkisi kalmamıştır. Hatta bir gevşeme söz konusudur. Ancak bu, gelişmiş ülkeler için söylenebilir. .
Etki ise ailenin kültür düzeyine göre değişmektedir. Ge¬nelde, kadınları duygusal açıdan etkilemektedirler.
2) Serbest Zamana Etkisi:
Radyonun ilk yıllarında, eğlence yerlerine gidiş azalmıştır. Maç, tiyatro gibi Radyo, yalnızca kulağı etkilediğinden, kişi diğer işlerini yapabilmektedir.Bu özelliği diğer kitle iletişim araçlarına göre bir artıysa da yinede serbest zamanı oldukça doldurmaktadır.
3) Eğitim ve Öğretime etkisi:
Günümüzde radyo ve televizyonun, eğitim ve öğretim için etkin kitle haberleşme araçları olduğu ortadadır. Hatta bazı ülkeler, bu araçlara, kalkınmalarında en önemli araçlar olarak bakmaktalar. Gerçekten de bu araçlar, okuma~yazına bilmeyi gerektirmediğinden daha etkili ve ilginçtirler. Radyo ve TV eğitim ile herkese, bilgi, beceri ve kültür aktarılmaktadır.
4) Tutum ve Davranışlara Etkisi:
Radyo kişinin tutum ve davranışlarını etkilemektedir. Bu etkiyi yaratan, haber propaganda ve reklâm yayınlarıdır. Haber yayınları ile kişinin fikirlerinde değişimler olmaktadır.
Propaganda ve reklam yayınlarının zaten amacı budur. 2. Dünya savası sırasında Hitler'in propaganda bakanı Göbels, savaşın kazanıldığı dönemler için, "Radyo olma¬saydı, savaşı kaybederdik" demiştir.
1-Erdamar,Bengül,A.g.e.
2.4.3.2 Psikolojik Etkiler:
Radyonun sadece kulağa hitap etmesi, hayal gücünü harekete geçirir. Bu çoğu zaman iyi bir özellik olarak kullanılsa da reklam gibi yayınların bazılarında bilinç altını etkileme özelliği de vardır.
2.4.3.3 Bedensel Etkiler:
Radyo yayını için çok olmasa da başta televizyon bedensel zararlar vermektedir.Radyoda ise kulaklık takılıp dinlenmesi kulağa olumsuz etkile verebilir.
2.5.Sonuç
Sonuç olarak radyo hala etkili olan bir kitle iletişim aracıdır.Tüm haberleşme araçlarında olduğu gibi etkisi insanlar üzerinde oldukça fazladır.Bu nedenle yayınların dikkatlice izlenmesi gerekir.Yanlış ve etik olmayan bir yayın birçok kişiyi olumsuz yönde etkileyebilir.Bunun için dinleyicilerin kendi tepkilerini belirtmeleri ve yayıncı kuruluşlarını yasalara ve kendi otokontrollerine uymaları gerekmektedir.
Onur ÇOBAN
İ.Ü. İletişim Fakültesi
Etiketler:
Radyo ve TV
Gotik
-GOTİK-
Bir sanat akımı olan gotik,özellikle resim,mimari ve heykel sanatlarında etkisini göstermiştir.Bunun dışında da birçok sanat dalına katkı sağlayan bu akım 13. ve 14. yüzyıllarda Fransa,İngiltere ve Almanya’da etkisini göstermeye başlamıştır.
Rönesans’a kadar süren bu akımın en büyük özellikleri;canlı imgeler,büyüklük duygusu,zengin bezemeler ve mistik dinsel coşkudur.Ayrıca yapılan eserlerde sivri kemerler gibi birçok karakteristik özelliğe sahiptir.Gotik mimarlık öğeleri ortaçağ katedrallerine yükseklik duygusu ve zariflik kazandırmıştır.
Müzik ve sinema sanatlarında da, özellikle günümüzde, gotik akımının getirdiği bazı özellikleri görebiliriz.Özellikle korku filmlerinde sağlanmak istenen mistik atmosfer,gotik tarzda hazırlanan dekorlarla sağlanabilir.
Onur Çoban
Bir sanat akımı olan gotik,özellikle resim,mimari ve heykel sanatlarında etkisini göstermiştir.Bunun dışında da birçok sanat dalına katkı sağlayan bu akım 13. ve 14. yüzyıllarda Fransa,İngiltere ve Almanya’da etkisini göstermeye başlamıştır.
Rönesans’a kadar süren bu akımın en büyük özellikleri;canlı imgeler,büyüklük duygusu,zengin bezemeler ve mistik dinsel coşkudur.Ayrıca yapılan eserlerde sivri kemerler gibi birçok karakteristik özelliğe sahiptir.Gotik mimarlık öğeleri ortaçağ katedrallerine yükseklik duygusu ve zariflik kazandırmıştır.
Müzik ve sinema sanatlarında da, özellikle günümüzde, gotik akımının getirdiği bazı özellikleri görebiliriz.Özellikle korku filmlerinde sağlanmak istenen mistik atmosfer,gotik tarzda hazırlanan dekorlarla sağlanabilir.
Onur Çoban
Etiketler:
akım kuram ve türler
Double Indemnity / Çifte Tazminat
Double Indemnity
Türkçesi "Çifte Tazminat" olan film noir klasiği.
1944 yılında Billy Wilder tarafından çekilmiş olup başrollerini Fred Macmurray,Barbara Stanwyck,Edward g. Robinson paylaşmışlardır.
Çifte Tazminat,1940lı yılların vazgeçilmezi olan kara filmler içinde belkide en başarılı olanlarından biridir.Film, mutsuz bir evlilik geçiren Phyllis Dietrichson (femme fatale) ile ona aşık olan Walter Neff'in beraber bir cinayet işleyip buna kaza süsü verme çabalarını anlatır.Buradaki amaçları Walter'ın çalıştığı sigorta şirketinden yüklü miktarda para almaktır.İşte tam bu noktada Çifte Tazminat devreye girer.Sigorta poliçesindeki bir maddeye göre alışılmadık bir kaza sonucu ölen kişinin yakınlarına Çifte Tazminat ödenmektedir.İki sevgilide bu çifte tazminatı alabilmek için Phyllis'in kocasını öldürüp onun bir tren kazası geçirdiğine herkesi inandırmak isterler.Ancak Walter'ın yakın arkadaşı ve sigorta şirketinin en iyi sigorta dedektifini(Edward g. Robinson) geçememektedirler.
Robinson bu filmdeki rolüyle cidden büyüleyicidir.Olayları çözmesi ve sıklıkla bahsettiği içindeki o küçük adamın fısıltısı filmi alıp götürür.heleki sonlara doğru kara filmlerin en belirgin özelliği olan femme fatale'ın dramatik yapıdaki yükselişi ve herkesin birbirinin kuyusunu kazmaya başlaması gerilimi artırır.
Film ayrıca 7 dalda oscar a aday olmuş ancak hiçbirini alamamıştır.Yinede tüm zamanların en iyi filmlerinden bir olarak gösterilmektedir.
Son olarak şunu belirtmek isterim ki filmde sıklıkla gösterilen kibritler nasıl oluyorda bir el hareketiyle yanıyor hala merak etmekteyim.
Onur ÇOBAN
20.09.2007
.
Türkçesi "Çifte Tazminat" olan film noir klasiği.
1944 yılında Billy Wilder tarafından çekilmiş olup başrollerini Fred Macmurray,Barbara Stanwyck,Edward g. Robinson paylaşmışlardır.
Çifte Tazminat,1940lı yılların vazgeçilmezi olan kara filmler içinde belkide en başarılı olanlarından biridir.Film, mutsuz bir evlilik geçiren Phyllis Dietrichson (femme fatale) ile ona aşık olan Walter Neff'in beraber bir cinayet işleyip buna kaza süsü verme çabalarını anlatır.Buradaki amaçları Walter'ın çalıştığı sigorta şirketinden yüklü miktarda para almaktır.İşte tam bu noktada Çifte Tazminat devreye girer.Sigorta poliçesindeki bir maddeye göre alışılmadık bir kaza sonucu ölen kişinin yakınlarına Çifte Tazminat ödenmektedir.İki sevgilide bu çifte tazminatı alabilmek için Phyllis'in kocasını öldürüp onun bir tren kazası geçirdiğine herkesi inandırmak isterler.Ancak Walter'ın yakın arkadaşı ve sigorta şirketinin en iyi sigorta dedektifini(Edward g. Robinson) geçememektedirler.
Robinson bu filmdeki rolüyle cidden büyüleyicidir.Olayları çözmesi ve sıklıkla bahsettiği içindeki o küçük adamın fısıltısı filmi alıp götürür.heleki sonlara doğru kara filmlerin en belirgin özelliği olan femme fatale'ın dramatik yapıdaki yükselişi ve herkesin birbirinin kuyusunu kazmaya başlaması gerilimi artırır.
Film ayrıca 7 dalda oscar a aday olmuş ancak hiçbirini alamamıştır.Yinede tüm zamanların en iyi filmlerinden bir olarak gösterilmektedir.
Son olarak şunu belirtmek isterim ki filmde sıklıkla gösterilen kibritler nasıl oluyorda bir el hareketiyle yanıyor hala merak etmekteyim.
Onur ÇOBAN
20.09.2007
.
Etiketler:
Film yazıları
Citizen Kane / Yurttaş Kane
Citizen Kane / Yurttaş Kane
ABD rüyasının bir eleştirisi diyebileceğimiz bu film birçok eleştirmence gelmiş geçmiş en iyi film olarak değerlendirilmektedir.Konusu kısaca bir medya şirketin sahibi olan Kane'in dünyanın en büyük medya devi haline gelmesi ve ölümünde söylemiş olduğu ünlü "rosebud" kelimesinin ne olduğunun bulunması,olarak değerlendirilebilir.
Rosebud'ın ne olduğu araştırılması filme bir dedektiflik unsuru katmaktadır.Belki de filmin izleyiciyi kazanmasına neden olabilecek tek unsur da budur.
Rosebud'ın ne olduğu yıllardır araştırılmakla beraber,filmin sonunda anladığımız kadarıyla bunun Kane'in unutamadığı çocukluğu olduğunu söyleyebiliriz.Kane,yıllar boyunca zenginleşmiş,istediği herşeyi,herkesi elde edebilir duruma gelmiştir.Ancak hiçbir zaman çocukluğundaki kadar mutlu olamamıştır.Para ve hırs,Kane'in karakterini bile değiştirmeye başlamıştır.Eskiden arkadaşlarıyla mutlu,işçilerine dost olan bu kişi zamanla para hırsına kapılmış kapitalist bir iş adamına dönüşmüştür.Kane,dış dünyasında bundan hoşlanmadığını hissettirmemekte,ancak şatosundayken saatlerce bunu düşünmektedir.
Filmin sinema tarihine getirdiği yenilikler, konusundan ziyade teknik detaylarıdır.O zamana kadar kullanılmayan alt açılar ilk kez olmasada doğru bir biçimde kullanılması ilk bu filmle gerçekleşmiştir.Bu sayede tavanın gözükmesi sinema da devrim etkisiyi yapmıştır.Daha önce tavan gözükmediğinden yukarda olan ışıklar,artık yana alınmış;bu da günümüzün aydınlatma tekniklerinin kullanılmasına neden olmuştur.
Görüntü yönetmeni Gregg Toland ın ortaya koyduğu mercek sistemi ile alan derinliği bu filmle gündeme gelmiştir.sahnenin önü ve arkası net bir biçimde gözükmeye başlamasıyla hem göze yakın gelen bir görüntü oluşmuş hem de arka tarafın kullanılmasıyla 2-3 sahnede anlatılan olaylar,tek bir planda anlatılmıştır.
Sahneler arasındaki dissolve geçişler,müziğin kullanımı,görkemli dekorlar ve kamera hareketleri,Welles'in oyunculuğu filmin önemini daha da artırmıştır.
Film gişede pek bir başarı kazanamamıştır.Bunun nedeni sinema izleyicisinin filmde kendini bulabileceği bir karakter yaratılmaması-piyasadan çok sinema filmi havasında olması- ve William Randolph Hearst ün yaptığı baskılardır.Hearst filmde anlatılan karakteri kendisiyle özdeşleştirmiş-ki büyük ihtimalle haklıdır- buna da çok sinirlenmiştir.
Oedipus Kompleksi ile Rosebud arasındaki bağlantıda başka bir günün konusu olsun artık.
Onur ÇOBAN
8.4.2007
.
ABD rüyasının bir eleştirisi diyebileceğimiz bu film birçok eleştirmence gelmiş geçmiş en iyi film olarak değerlendirilmektedir.Konusu kısaca bir medya şirketin sahibi olan Kane'in dünyanın en büyük medya devi haline gelmesi ve ölümünde söylemiş olduğu ünlü "rosebud" kelimesinin ne olduğunun bulunması,olarak değerlendirilebilir.
Rosebud'ın ne olduğu araştırılması filme bir dedektiflik unsuru katmaktadır.Belki de filmin izleyiciyi kazanmasına neden olabilecek tek unsur da budur.
Rosebud'ın ne olduğu yıllardır araştırılmakla beraber,filmin sonunda anladığımız kadarıyla bunun Kane'in unutamadığı çocukluğu olduğunu söyleyebiliriz.Kane,yıllar boyunca zenginleşmiş,istediği herşeyi,herkesi elde edebilir duruma gelmiştir.Ancak hiçbir zaman çocukluğundaki kadar mutlu olamamıştır.Para ve hırs,Kane'in karakterini bile değiştirmeye başlamıştır.Eskiden arkadaşlarıyla mutlu,işçilerine dost olan bu kişi zamanla para hırsına kapılmış kapitalist bir iş adamına dönüşmüştür.Kane,dış dünyasında bundan hoşlanmadığını hissettirmemekte,ancak şatosundayken saatlerce bunu düşünmektedir.
Filmin sinema tarihine getirdiği yenilikler, konusundan ziyade teknik detaylarıdır.O zamana kadar kullanılmayan alt açılar ilk kez olmasada doğru bir biçimde kullanılması ilk bu filmle gerçekleşmiştir.Bu sayede tavanın gözükmesi sinema da devrim etkisiyi yapmıştır.Daha önce tavan gözükmediğinden yukarda olan ışıklar,artık yana alınmış;bu da günümüzün aydınlatma tekniklerinin kullanılmasına neden olmuştur.
Görüntü yönetmeni Gregg Toland ın ortaya koyduğu mercek sistemi ile alan derinliği bu filmle gündeme gelmiştir.sahnenin önü ve arkası net bir biçimde gözükmeye başlamasıyla hem göze yakın gelen bir görüntü oluşmuş hem de arka tarafın kullanılmasıyla 2-3 sahnede anlatılan olaylar,tek bir planda anlatılmıştır.
Sahneler arasındaki dissolve geçişler,müziğin kullanımı,görkemli dekorlar ve kamera hareketleri,Welles'in oyunculuğu filmin önemini daha da artırmıştır.
Film gişede pek bir başarı kazanamamıştır.Bunun nedeni sinema izleyicisinin filmde kendini bulabileceği bir karakter yaratılmaması-piyasadan çok sinema filmi havasında olması- ve William Randolph Hearst ün yaptığı baskılardır.Hearst filmde anlatılan karakteri kendisiyle özdeşleştirmiş-ki büyük ihtimalle haklıdır- buna da çok sinirlenmiştir.
Oedipus Kompleksi ile Rosebud arasındaki bağlantıda başka bir günün konusu olsun artık.
Onur ÇOBAN
8.4.2007
.
Etiketler:
Film yazıları
HİKÂYE ANLATICISI
HİKÂYE ANLATICISI
Deneyim hikâye anlatıcıları için oldukça önemlidir. Tarihte 2 tür anlatıcı var olmuştur. Bunlardan biri yerleşik çiftçi, diğeri gezgin tüccardır. Bu iki tür tarih boyunca farklı anlatma yetilerini gerçekleştirmiştir.
Matbaanın ortaya çıkmasıyla roman sanatı ortaya çıkmıştır. Bu hikâye anlatıcılığına büyük bir darbe vurmuştur. Çünkü roman geleneksel anlatı türlerinden(hikaye, destan vs.)oldukça farklıdır. Bunun nedeni sözlü kültürle ilişkisinin olmamasıdır. Hikaye anlatımı deneyimle ilişkili olmasına rağmen romancı kendini dış dünyadan soyutlayabilir.
Hikaye anlatıcılığına darbe vuran bir diğer sorun ise enformasyonun artık çok kolay bir şekilde insanlara ulaşabilmesidir. İletişim ağlarındaki bu artış anlatıcılığa büyük yaralar aldırmıştır.
Hikaye anlatıcısının dinleyicileri birbirleriyle ilişki halindedirler. Oysa roman okurları kendi başlarınadır. Çoğu roman okuru romanı kendi hikâyesiymişçesine benimsemektedir.
Ölüm hikaye anlatıcısının en önemli teminatıdır. Hikaye anlatıcısı sürekli gerçek yaşama atıfta bulunur. Ölümde yaşamın vazgeçilmez bir parçasıdır.
Hikaye anlatıcısının malzemesiyle olan ilişkisi, zanaatkara özgü bir ilişkidir. Görevi kendinin ve başkalarının deneyimlerini sağlam, yararlı, benzersiz bir tarzda işlemektir. Atasözü eski hikayelerin enkazıdır ve tıpkı duvardaki sarmaşık gibi onda da olayın etrafını bir ibret dersi sarmıştır.
Böyle bakıldığında hikâye anlatıcısı öğretmenlerin, ermişlerin saflarına katılır. Verilecek olan akıl, ermişler gibi birçok durum içindir. Atasözleri gibi daha sınırlı konular için değildir. Hayatını anlatabilmesin onun en büyük yeteneğidir. Hikaye anlatıcısı, dürüst adamın kendisiyle yüzleştiği kişidir.
ONUR ÇOBAN
İ.Ü. İletişim Fakültesi
RTS 4.sınıf
Deneyim hikâye anlatıcıları için oldukça önemlidir. Tarihte 2 tür anlatıcı var olmuştur. Bunlardan biri yerleşik çiftçi, diğeri gezgin tüccardır. Bu iki tür tarih boyunca farklı anlatma yetilerini gerçekleştirmiştir.
Matbaanın ortaya çıkmasıyla roman sanatı ortaya çıkmıştır. Bu hikâye anlatıcılığına büyük bir darbe vurmuştur. Çünkü roman geleneksel anlatı türlerinden(hikaye, destan vs.)oldukça farklıdır. Bunun nedeni sözlü kültürle ilişkisinin olmamasıdır. Hikaye anlatımı deneyimle ilişkili olmasına rağmen romancı kendini dış dünyadan soyutlayabilir.
Hikaye anlatıcılığına darbe vuran bir diğer sorun ise enformasyonun artık çok kolay bir şekilde insanlara ulaşabilmesidir. İletişim ağlarındaki bu artış anlatıcılığa büyük yaralar aldırmıştır.
Hikaye anlatıcısının dinleyicileri birbirleriyle ilişki halindedirler. Oysa roman okurları kendi başlarınadır. Çoğu roman okuru romanı kendi hikâyesiymişçesine benimsemektedir.
Ölüm hikaye anlatıcısının en önemli teminatıdır. Hikaye anlatıcısı sürekli gerçek yaşama atıfta bulunur. Ölümde yaşamın vazgeçilmez bir parçasıdır.
Hikaye anlatıcısının malzemesiyle olan ilişkisi, zanaatkara özgü bir ilişkidir. Görevi kendinin ve başkalarının deneyimlerini sağlam, yararlı, benzersiz bir tarzda işlemektir. Atasözü eski hikayelerin enkazıdır ve tıpkı duvardaki sarmaşık gibi onda da olayın etrafını bir ibret dersi sarmıştır.
Böyle bakıldığında hikâye anlatıcısı öğretmenlerin, ermişlerin saflarına katılır. Verilecek olan akıl, ermişler gibi birçok durum içindir. Atasözleri gibi daha sınırlı konular için değildir. Hayatını anlatabilmesin onun en büyük yeteneğidir. Hikaye anlatıcısı, dürüst adamın kendisiyle yüzleştiği kişidir.
ONUR ÇOBAN
İ.Ü. İletişim Fakültesi
RTS 4.sınıf
Etiketler:
Genel Sinema Yazıları
EUROPA
Europa
—Yönetmenliğini Lars von Trier’in üstlendiği europa adlı film 1991 yılında çekilmiştir.
—Konusu: 1945 yılında ikinci dünya savaşının sona ermesiyle birlikte Almanya müttefik kuvvetlerce işgal altındadır. Alman asıllı bir ABD’li olan Leopold Kessler yıkıma uğrayan Almanya’ya yardım etmek isteyen idealist biridir. Burada amcasının yardımıyla Zentropa adlı tren şirketinin de yataklı vagon kondüktör adayı olarak işe başlar. Amcasından öğrendiği ağır iş kurallarına uymaya çalışarak sınav gününü bekleyen Kessler, Katharina Hartmann adlı alman bir kadınla tanışır. Katharina’nın babası Zentropa şirketinin sahibidir. Amacı Alman ulaşım ağındaki gücünü korumaktır. Bunun için ABD’li albay arkadaşı(Alexander Harris) ile birlikte kendini aklamak için çabalar.
Katharina ile yakınlaşmaya başlayan Kessler, savaş taraflarıyla arasında tarafsız kalma isteğini koruyamamaya başlar. Çünkü Katharina “kurt adamlar” olarak bilinen NAZİ güçlerinden biridir. Katharina ile evlendikten sonra kurt adamların treni patlatmak gibi eylemlerine katılmak zorunda kalan Kessler zor durumda kalır.
—Filmin konusu akarken bir yandan da dönemin özellikleri çok iyi anlatılmıştır.1945 yılının yıkılmış Almanya’sı, bu düzen içinde kendini kurtarmaya çalışan eski Nazi destekçisi patronlar(Hartmann),çıkar peşinde koşan ABD’li komutanlar ekrana yansır. Trende arka sıralarda 3 sınıf yolcuların yer alması ön taraflarda ise varlıklı alman ve ABD’li işgal görevlilerinin yer alması dönemin Avrupa’sını yansıtmaktadır.
—Filmde hareketli kamera kullanılmıştır. Oyuncuların etrafında dönen kameralar, dekorlardan uzaklaşan hareketli kameralar kullanılmıştır.
—Filmde aydınlatma çok önemlidir. Gölgelendirmeden zaman zaman yararlanılmıştır.
—Filmin başından itibaren bir dış ses vardır. Oyuncusuna komut veren bir yönetmen gibi konuşan bu sesi, hipnoz sahansında hastasına komut veren bir doktor gibide düşünebiliriz.
—Sahneler arasındaki geçişler zaman zaman dış sesin komutları eşliğinde gerçekleşmiştir. Çoğunlukla ise kullanılan özel efektlerle sağlanmıştır.
—Filmin en büyük özelliği rengin kullanımıdır. Film siyah beyaz bir film olmasına rağmen zaman zaman bazı sahneler renkli olara karşımıza çıkar. Renkli sahnelerde gerilimli veya dikkat çekici öğeler dikkatimizi çeker. Bazı sahnelerde arka plan siyah-beyazken dikkat çekmek istenilen nesneler renkli kullanılmıştır. Örneğin; aynı karede yer alan Banyo yapan Alman patronun siyah beyaz, Nazilerle bir bağlantısının olup olmadığını gösteren form ise renkli çekilmiştir.
—Karanlık bir aydınlatma hakimdir. Film çoğunlukla trenin içinde geçmektedir.
—filmde hem İngilizce hem de almanca diyaloglar vardır. Filmde diyalog kullanımı önemlidir.
—Müzik yerinde kullanılmıştır. Gerilimin hakim olduğu yerlerde kullanılmıştır.
—sahnelerde arka planda farklı görüntüler gözükmektedir.
—Filmde tarafsızlık çok dikkat çeken bir davranıştır. Tarafsız olduğunu söyleyen Kessler, film boyunca bundan dolayı suçlanır ve arada kalır.
—Filmde görselliğe çok önem verilmiştir. Teknik düzeyi oldukça fazladır.
-film ileride oluşturulacak dogma 95 akımının kurallarına uymasa da bazı açılardan(kamera hareketi) uyar.
LARS VON TRİER
—Lars von Trier 1956 yılında Danimarka’da doğmuştur.
—oluşturduğu dogma 95 akımıyla beraber sinemaya yeni bir soluk getirmiştir.
—bazı filmlerin dogma kurlarına uymasa da bu akıma bağlı filmleri de vardır.
Burjuva egemenliğindeki sinemayı yok saymak istemiş sinemaya yeni bir bakış açısı getirmeyi hedeflemiştir.
—filmlerinde karanlık atmosferi tercih etmektedir.
—genellikle birbirini tamamlayan üçlemeler çekmektedir.
—bazı filmleri: Europa, geri zekâlılar, karanlıkta dans, dogville, Manderlay
Etiketler:
Film yazıları
Dogma 95
DOGMA 95:
—“Dogma 95 tarafından belirlenen kurallar:
1. Çekimler stüdyo dışında yapılmalıdır. Sahne donanımı ve setler içeri taşınmamalıdır. (Hikaye özel bir sahne donanımı gerektiriyorsa, stüdyo dışında bu donanıma uygun bir mekan seçilmelidir.)
2. Ses, kesinlikle görüntülerden ayrı olarak üretilmemelidir ya da tersi. (Sahne içinde üretiliyor olmadığı sürece müzik kullanılmamalıdır.)
3. Kamera, el kamerası olmalıdır. El kamerasıyla elde edilecek hareketlilik ya da hareketsizlikler serbesttir. (Film, kameranın durduğu yerde çekilmemeli; kamera filmin olduğu yerde olmalıdır.)
4. Film, renkli olmalıdır. Özel ışıklandırma kullanılamaz. (Eğer çekilecek olan sahnede filmin pozlandırması için çok az bir ışık söz konusuysa, sahne kesilmeli ya da tek bir lamba kameraya iliştirilmelidir.)
5. Optik numaralar ve filtreler kesinlikle yasaktır.
6. Film, gelişigüzel aksiyon içermemelidir. (Öldürme, silahlar, vs. bulunmamalıdır.)
7. Zamansal ve coğrafi yabancılaştırmalar yasaktır. (Kısaca film, şimdi ve burada geçmelidir.)
8. Tür filmleri kabul edilemez.
9. Film formatı 35 mm olmalıdır.
10. Yönetmen, jenerikte belirtilmemelidir.
Ayrıca yönetmen, kişisel adlardan sakınacağına, artık sanatçı olmadığına, anları bütünden daha önemli gördüğü gibi, bir 'iş' yaratmak- tan kaçınacağına, en büyük hedefim karakterlerinden ve ortamdan gerçeği açıkça çıkarmak olacağına ve bunu elinden geldiğince ve iyi tadlarla estetik faktörler pahasına yapacağına and içer.”
-Lars von Trier, Thomas Vinterberg, Kristian Levring, ve Søren Kragh-Jacobsen tarafından oluşturulmuştur.
-Önemli dogma filmleri:geri zekalılar(Lars von Trier) ,festen (Thomas vintenberg) , the king is alive (kristian levring)
—“Dogma 95 tarafından belirlenen kurallar:
1. Çekimler stüdyo dışında yapılmalıdır. Sahne donanımı ve setler içeri taşınmamalıdır. (Hikaye özel bir sahne donanımı gerektiriyorsa, stüdyo dışında bu donanıma uygun bir mekan seçilmelidir.)
2. Ses, kesinlikle görüntülerden ayrı olarak üretilmemelidir ya da tersi. (Sahne içinde üretiliyor olmadığı sürece müzik kullanılmamalıdır.)
3. Kamera, el kamerası olmalıdır. El kamerasıyla elde edilecek hareketlilik ya da hareketsizlikler serbesttir. (Film, kameranın durduğu yerde çekilmemeli; kamera filmin olduğu yerde olmalıdır.)
4. Film, renkli olmalıdır. Özel ışıklandırma kullanılamaz. (Eğer çekilecek olan sahnede filmin pozlandırması için çok az bir ışık söz konusuysa, sahne kesilmeli ya da tek bir lamba kameraya iliştirilmelidir.)
5. Optik numaralar ve filtreler kesinlikle yasaktır.
6. Film, gelişigüzel aksiyon içermemelidir. (Öldürme, silahlar, vs. bulunmamalıdır.)
7. Zamansal ve coğrafi yabancılaştırmalar yasaktır. (Kısaca film, şimdi ve burada geçmelidir.)
8. Tür filmleri kabul edilemez.
9. Film formatı 35 mm olmalıdır.
10. Yönetmen, jenerikte belirtilmemelidir.
Ayrıca yönetmen, kişisel adlardan sakınacağına, artık sanatçı olmadığına, anları bütünden daha önemli gördüğü gibi, bir 'iş' yaratmak- tan kaçınacağına, en büyük hedefim karakterlerinden ve ortamdan gerçeği açıkça çıkarmak olacağına ve bunu elinden geldiğince ve iyi tadlarla estetik faktörler pahasına yapacağına and içer.”
-Lars von Trier, Thomas Vinterberg, Kristian Levring, ve Søren Kragh-Jacobsen tarafından oluşturulmuştur.
-Önemli dogma filmleri:geri zekalılar(Lars von Trier) ,festen (Thomas vintenberg) , the king is alive (kristian levring)
Etiketler:
akım kuram ve türler
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)