81. Oscar Adayları
İşte 22 şubat 2009 tarihinde yarışacak adaylar;
EN İYİ FİLM ADAYI:
The Curious Case of Benjamin Button
Frost/Nixon
Milk
The Reader
Slumdog Millionaire
EN İYİ ERKEK OYUNCU ADAYI:
Richard Jenkins - The Visitor
Frank Langella - Frost/Nixon
Sean Penn - Milk
Brad Pitt - The Curious Case of Benjamin Button
Mickey Rourke - The Wrestler
EN İYİ KADIN OYUNCU ADAYI:
Anne Hathaway - Rachel Getting Married
Angelina Jolie - Changeling
Melissa Leo - Frozen River
Meryl Streep - Doubt
Kate Winslet - The Reader
EN İYİ YARDIMCI ERKEK OYUNCU ADAYI:
Josh Brolin - Milk
Robert Downey Jr. - Tropic Thunder
Philip Seymour Hoffman - Doubt
Heath Ledger - The Dark Knight
Michael Shannon - Revolutionary Road
EN İYİ YARDIMCI KADIN OYUNCU ADAYI:
Amy Adams - Doubt
Penélope Cruz - Vicky Cristina Barcelona
Viola Davis - Doubt
Taraji P. Henson - The Curious Case of Benjamin Button
Marisa Tomei - The Wrestler
EN İYİ YÖNETMEN ADAYI:
Danny Boyle - Slumdog Millionaire
Stephen Daldry - The Reader
David Fincher - The Curious Case of Benjamin Button
Ron Howard - Frost/Nixon
Gus Van Sant - Milk
EN İYİ SENARYO ADAYI:
Frozen River : Courtney Hunt
Happy-Go-Lucky : Mike Leigh
In Bruges : Martin McDonagh
Milk : Dustin Lance Black
WALL·E : Andrew Stanton, Pete Docter, Jim Reardon
EN İYİ UYARLAMA SENARYO ADAYI:
The Curious Case of Benjamin Button (2008): Eric Roth, Robin Swicord
Doubt (2008/I): John Patrick Shanley
Frost/Nixon (2008): Peter Morgan
The Reader (2008): David Hare
Slumdog Millionaire (2008): Simon Beaufoy
EN İYİ SİNEMATOGRAFİ ADAYI:
Changeling: Tom Stern
The Curious Case of Benjamin Button: Claudio Miranda
The Dark Knight: Wally Pfister
The Reader: Roger Deakins, Chris Menges
Slumdog Millionaire: Anthony Dod Mantle
EN İYİ KURGU ADAYI:
The Curious Case of Benjamin Button : Angus Wall, Kirk Baxter
The Dark Knight : Lee Smith
Frost/Nixon : Daniel P. Hanley, Mike Hill
Milk : Elliot Graham
Slumdog Millionaire : Chris Dickens
EN İYİ SANAT YÖNETMENİ ADAYI:
Changeling (2008): James J. Murakami, Gary Fettis
The Curious Case of Benjamin Button (2008): Donald Graham Burt, Victor J. Zolfo
The Dark Knight (2008): Nathan Crowley, Peter Lando
The Duchess (2008): Michael Carlin, Rebecca Alleway
Revolutionary Road (2008): Kristi Zea, Debra Schutt
EN İYİ KOSTÜM ADAYI:
Australia (2008): Catherine Martin
The Curious Case of Benjamin Button (2008): Jacqueline West
The Duchess (2008): Michael O'Connor
Milk (2008): Danny Glicker
Revolutionary Road (2008): Albert Wolsky
EN İYİ MAKYAJ ADAYI:
The Curious Case of Benjamin Button (2008): Greg Cannom
The Dark Knight (2008): John Caglione Jr., Conor O'Sullivan
Hellboy II: The Golden Army (2008): Mike Elizalde, Thomas Floutz
EN İYİ MÜZİK ADAYI
The Curious Case of Benjamin Button (2008): Alexandre Desplat
Defiance (2008): James Newton Howard
Milk (2008): Danny Elfman
Slumdog Millionaire (2008): A.R. Rahman
WALL·E (2008): Thomas Newman
EN İYİ ŞARKI ADAYI:
Slumdog Millionaire (2008): A.R. Rahman, Gulzar("Jai Ho")
Slumdog Millionaire (2008): A.R. Rahman, Maya Arulpragasam("O Saya")
WALL·E (2008): Peter Gabriel, Thomas Newman("Down to Earth")
EN İYİ SES ADAYI:
The Curious Case of Benjamin Button (2008): David Parker, Michael Semanick
The Dark Knight (2008): Ed Novick, Lora Hirschberg, Gary Rizzo
Slumdog Millionaire (2008): Ian Tapp, Richard Pryke, Resul Pookutty
WALL·E (2008): Tom Myers, Michael Semanick, Ben Burtt
Wanted (2008): Chris Jenkins, Frank A. Montaño, Petr Forejt
EN İYİ SES KURGUSU ADAYI:
The Dark Knight (2008): Richard King
Iron Man (2008): Frank E. Eulner, Christopher Boyes
Slumdog Millionaire (2008): Tom Sayers
WALL·E (2008): Ben Burtt, Matthew Wood
Wanted (2008): Wylie Stateman
EN İYİ GÖRSEL EFEKT ADAYI:
The Curious Case of Benjamin Button (2008): Eric Barba, Steve Preeg
The Dark Knight (2008): Nick Davis, Chris Corbould, Timothy Webber, Paul J. Franklin
Iron Man (2008): John Nelson, Ben Snow, Daniel Sudick, Shane Mahan
EN İYİ ANİMASYON ADAYI:
Bolt (2008): Chris Williams, Byron Howard
Kung Fu Panda (2008): John Stevenson, Mark Osborne
WALL·E (2008): Andrew Stanton
EN İYİ YABANCI FİLM ADAYI
Der Baader Meinhof Komplex (2008)(Germany)
Entre les murs (2008)(France)
Revanche (2008)(Austria)
Okuribito (2008)(Japan)
Vals Im Bashir (2008)(Israel)
EN İYİ BELGESEL ADAYI:
The Betrayal - Nerakhoon (2008): Ellen Kuras, Thavisouk Phrasavath
Encounters at the End of the World (2007): Werner Herzog, Henry Kaiser
The Garden (2008/I): Scott Hamilton Kennedy
Man on Wire (2008): James Marsh, Simon Chinn
Trouble the Water (2008): Tia Lessin, Carl Deal
EN İYİ KISA BELGESEL ADAYI:
The Conscience of Nhem En (2008): Steven Okazaki
The Final Inch (2008): Irene Taylor Brodsky, Tom Grant
Smile Pinki (2008): Megan Mylan
The Witness from the Balcony of Room 306 (2008): Adam Pertofsky, Margaret Hyde
EN İYİ KISA ANİMASYON ADAYI:
Maison en petits cubes, La (2008): Kunio Katô
Ubornaya istoriya - lyubovnaya istoriya (2007): Konstantin Bronzit
Oktapodi (2007): Emud Mokhberi, Thierry Marchand
Presto (2008): Doug Sweetland
This Way Up (2008): Alan Smith, Adam Foulkes
EN İYİ KISA FİLM ADAYI:
Auf der Strecke (2007): Reto Caffi
Manon sur le bitume (2007): Elizabeth Marre, Olivier Pont
New Boy (2007): Steph Green, Tamara Anghie
Grisen (2008): Tivi Magnusson, Dorthe Warnø Høgh
Spielzeugland (2007): Jochen Alexander Freydank
Majestelerinin Gizli Servisi - 1969
Sinema tarihinin en ünlü yapımlarından olan James Bond Serisi Majestelerinin Gizli Servisi ( On Her Majesty’ Secret Service) filmi ile çok farklı bir boyuta girmiştir.
Sean Connery’in birkaç filmdir başarıyla oynadığı bu rol, Connery’nin başka film yapmayacağını açıklamasıyla George Lazenby’e verildi. Ancak birçok Bond sever, bunu kabulenemedi. Aslında çokta kötü bir oyun sergilemesede en iyi Bond olarak görülen Connery’nin ardından bu rolu almak cidden zor olsa gerek. Zaten bu filmden sonra Connery tekrar 007 rolune geri dönmüştür.
Bond serisi aksiyona dayalı bir tema ile ilerlese de bu film radikal bir biçimde farklı durur. Daha çok “sanat” filmi havası da taşıyan bu yapım, Bond’u daha da insani özellikler kazandırma amacı taşır. Bond, bu filmde aşık olur. Hatta seride ilk ve son kez evlenir. Çapkın ajan soluyle oldukça çelişen bu durum izleyiciyi şaşırtmıştır.
Sıçramalı bir kurgu anlayışı taşıyan bu film, efekt konusunda çokta iddialı değildir. Ancak araba yarışı sahnesi ve karlara arasındaki kış sporları sahneleri başarılıdır. Özellikle çığ sahnesi ilk akla gelen aksiyon planıdır.
Filmin belkide en önemli anı final sahnesidir. James Bond, filmlerinde alışık olmadığımız hüzünlü final bu filmde kendini gösterir. Hatta bu sahne o kadar hüzünlüdür ki, başka bir filmde olsa sinema tarihinin unutulmazlkarı arasında girebilir. Ancak eleştirmenlerce pek sıcak bakılmayan, Bond sevenlercede aksiyondan başak bir şey aramayan görüşler bu durumu değiştirir.
Bond filmlerini sevenlerden çok sevmeyenlere hitap eden bir film...
Onur ÇOBAN
İstanbul'un Fethi - 1951
Çoğu insan, İstanbul Fethi ile ilgili film yapılmamasını eleştirir. Oysaki 1951 yılında bu konu filme başarılı bir biçimde işlenmiştir.
Yönetmen Aydın Arakon’un çektiği bu film zamanına göre oldukça büyük bir prodüksiyonla çekilmesine rağmen günümüzde unutulmuş durumda. Oysaki savaş sahnelerinde, ordudan yardım alması bile çok önemli. Bu sayede figüranların sayısı belki de, 1980 öncesi filmler içerisnde en büyük olanı...
Konu tarihle bire bir örtüşerek gitmekte. Zaten filmde İstanbul’un fethinin 500. yıl etkinlikleri için düşünülmüş. Çekildiği zaman siyah beyaz olan bu film, günümüzde renkli haliyle bulunmakta. Türk Sinemasının tarihi filmlere yöneldiği 1970’li yılların başında bu filmde tekrar gün ışığına çıkmış. Renklendirilen (kısmen) bu filme ayrıca müzikte eklenmiş. Ancak bu müziklerin çoğu oldukça tanıdık. Özellikle Cüneyt Arkın’ın oynadığı Kara Murat ve Battal Gazi serilerinin müzikleri (ki çoğu onlara da ait değil) bu filme eklenmiş.
Ancak ikinci baharını yaşayan bu film nedense zamanla unutulmuş. Günümüzde şans eseri haberdar olan bir azınlık tarafından bilinmekte film...Bu durum eserin iyi korunmamasıyla da açıklamak mümkün. Zira ses zamanla oldukça kötüleşmiş durumda.
Çoğu sinema sever 70’lerdeki tarihi filmleri ti’ye alır. Aslında acımasızca bir eleştir de olsa bunun nedeni teknik imkansızlıklardır. Oysaki bu film bunlardan 20 yıl önce çekilmesine rağmen şaşırtıcı bir biçimde başarılı.
Filmin en önemli noktalarından biri ise tarafısız duruşu. Hiçbir şekilde aşırı milliyetçiliğe kurban gitmeyen bu eser, Fatih Sultan Mehmet ile Bizans İmparatoru’na eşit mesafede duruyor. Sanırım bu tarz bir konuda bu yaklaşımı günümüzde yaşamak imkansız... Özellikle Fatih Sultan Mehmet'in savaş öncesi ordularına yaptığı konuşmayı neredeyse herkes bilir...Bu film sadece bu konuşmayı değil, aynı zaman da Bizans İmparatorununda konuşmasını gösteriyor. İmparator, askerlerine büyük bir tehlikede olduklarını ve bunu aşmanın tek yolunun kahramanca savaşmak olduğunu, söylüyor. Kısacası bu filmde Bizans askerlerinin de cesur savaşları gösteriliyor. İmparator, gerekirse ülkem için ölürüm, diyor.
Filmle ilgili birkaç ilginç not ise; Ayasofya’da çekilen ayin sahnesi. Günümüzde Papa’nın bile içeri girip dua okuması tartışılırken bu filmin çekiminde baya baya bir Hristiyan ayini gerçekleşmiş :)
Başka ilginç bir nokta ise Fatih Sultan Mehmet’i canlandıran oyuncu Sami Ayanoğlu’nun oğlu 1970’li yıllarda Cüneyt Arkınlı filmlerde aynı rolü oynaması...Bora Ayanoğlu hem babası gibi bu role çok yakışmış hemde o yıllarda ünlü bir müzik adamı olarak kendini kanıtlamıştır.
Onur ÇOBAN
Sürü - 1978
Aile, bu sorunlarla uğraşırken her yıl olduğu gibi sürülerini büyük şehre götürmek üzere yola çıkarlar. Şivan, babasının baskısına daha fazla dayanamaz ve bu işten sonra aileden ayrılacağını belirtir. Hamo, bu olaya çok sinirlense de sürü için yardıma ihityacı vardır.
Film doğunun eşsiz görselliğini ekrana taşır. Bu kareler gerçekten büyüleyicidir. Ancak bu olağan üstü ortamda kan davaları ve toplumun kadına olan bakışı çok farklıdır. Töreler, artık insanların düzenini sağlamaktan çok toplumu geriye götürmeye başlamıştır. Kadın, ikinci plandadır.
Gabbeh - 1996
Ölmeden Önce Görmeniz Gereken 1001 Film Listesine'de giren bu yapım 1996 yılında Mohsen Makhmalbaf tarafından çekilmiştir.
Soyut öğelerin ağır bastığı bu film, yaşlı bir adamla, yaşlı bir kadının bir kilimle olan öyküsüyle başlıyor. Kilimin aslında İran'lı bir kızı sembolize ettiği bu yapım, geri dönüşlerle ilerliyor.
Gerçek üstücü bir eser olarakta karşımıza çıkan bu eser, İran yerel kültürünü de yansıtmakta. Bu nedenle özellikle batılı izleyiciler için bazı "zor" sahneler göze çarptığı bir gerçek. Özellikle masalsı anlatım unsurları ve renkli görselliği bunun bir örneğini oluşturmakta.
Diyalogların oldukça az olduğu bu film, çoğunlukla kızın dış sesiyle ilerliyor. Film sinematografiye verdiği önem, eşsiz manzara planlarıyla ortaya çıkıyor.
İran'ın kırsal yapısını başarıyla işleyen bu film de ilginç bir nokta ise; filmin bir sahnesinde Türkçe konuşmaların geçmesidir. Bu sahneyle, anlatılan bu köylülerin Türk asıllı İranlı oldukları anlaşılmaktadır..
Ucu açık denilebilecek sonu ve durağan yapısıyla İran'a özgü bir eser Gabbeh. Ancak yined e birçok uluslararası festivalden ödülle dönmeyi başarmış bir eser...
Onur ÇOBAN
Görsel Rehberler - Film
Bu kitapta sinemanın öyküsü, film türleri, dünya sineması, A'dan Z'ye yönetmenler ve en iyi 100 film gibi başlıklar bulunuyor.
Kitap sinemayı 10 yıllara alıp kısaca açıklamış. Ayrıca western, komedi ve korku gibi türlere kısaca bir bakış atmış. Daha çok bir sınıflandırma kitabı olan bu eser izlemeniz gereken filmleride belirtmiş. Örneğin müzikallerin en iyileri veya hint sinemasının izlenmesi gereken filmlerini bu eserde bulmak mümkün.
Kitabın sonunda ise bir liste var. Bu listede en iyi film oscarını alan filmlerle birlikte, en iyi erkek ve kadın oyuncu, en iyi yönetmen oscarları bulunmakta; ayrıca venedik ve cannes'da en iyi film seçilen eserler gibi çeşitli sınıflandırmalar yer almakta.
Sinema severler için iyi bir baş ucu kitabı niteliğinde bir eser...
Görsel Rehberler, Film
Ronald Bergan
İnkilap Yayınları
Little Big Man -1970
Network - 1976
Sidney Lumet'in Tv eleştirisi olan bu filmin başrollerinde Faye Dunaway, William Holden, Peter Finch ve Robert Duvall yer almaktadır.
4 oscarlı bu yapım ABD'nin 1970'lerdeki Televizyon yaşamını hicvetmektedir. Yaşlı bir tv spikerinin canlı yayında kendini öldüreceğini açıklamasıyla ülke karışır. Kanalın yöneticileri hemen bu duruma müdale edip spikeri görevden alırlar. Artan baskılar sonucunda spiker özür dilemeye ikna olsa da, TV kanalında işler artık değişmiştir. Yaşanılan bu olay sonucunda kanal hiç olmadığı kadar çok izlenmeye başlanmıştır. Kanalın haber müdürü bu duruma mesafeli dursa da, kanalın asıl sahibi olan şirket (network) yöneticileri bundan memnun olmuştur.
Şirketin yöneticileri artık kanalın yapısını değiştirmek istemektedirler. Bunun için kanalın program müdürü Diana'yı görevlendirirler. O zamana kadar bağımsız olan haber bölümü artık show programlarının arasına alınacaktır.
Diana Christensen (Faye Dunaway) reyting için herşeyin yapılmasını savunan bir televizyoncudur. intihar edeceğini belirten tv spikerini ilahlaştırır. hatta şirketin savunduğu şeylerle tezat oluştursa da izlenmek için aşırı sol gruplara program yaptırır.
Film her yönüyle reyting eleştirisi taşımakta. 1970'li yıllarda geçen bu hikaye ülkemiz açısından ilginç gelebilir. Zira o yıllarda Türkiye'de henüz emekleme döneminde olan televizyon, bu konuların çok uzağındadır. Ancak 2000'li yıllarda filmde anlatılan olaylar yaşanmaktadır...Bu durum TV konusunda ne kadar geride olduğumuzunda ironik bir göstergesidir aynı zamanda.
Kapitalizm, network'un olmazsa olmazıdır. her ne kadar yasadışı örgütlere destek veriyor gibi gözükse de, bunu para için yaptığı aşikardır. Zaten unutulmaz bir sahnede, bu durum açıklanmıştır. Tv spikerinin yavaş yavaş şirketi kötülemeye başlaması ile şirketin patronu bir toplantı düzenler. Spikerle olan konuşması (ki sinema tarihinin en iyi diyaloglarından biridir) televizyon kültürünün bir aynası gibidir. para için gerekirse insan hayatının bile önemi yoktur. Önemli olan tek şey izlenmektir.
Film 4 dalda oscarı kazanmıştır. Peter Finch, ölümünden sonra oscar kazanarak sinema tarihine geçmiştir.
Onur Çoban
2009
Ordinary People - 1980
Ordinary People (sıradan insanlar) 1980 yılında usta oyuncu Robert Redford'un ilk yönetmenlik denemesi...
Jarret ailesinin iki oğlundan biri, bir deniz kazasında hayatını kaybetmiştir. Bu olaya tanık olan küçük kardeş yaşadığı bunalım sonucu intihar girişiminde bulunmuş ve son anda kurtarılmıştır. Uzun süren bir hastane tedavisinin ardından okuluna geri dönsede çevreye uyum sağlamakta zorlanmaktadır. Conrad'ın bu içine kapalı durumu özellikle babasını çok endişelendirmektedir. Ancak annesi için aynı şey geçerli değildir. Annesi, yaşanılan bu dram sonucu oğluna mesafe koymuştur. İnsanlara, ailesinin eskisi gibi olduğunu gösterme amacı gütmektedir. Bu sırada Conrad bir psikolog olan Dr. Berger ile konuşmakta ve düzelmeye çabalamaktadır.
Film 1980 yılında geçsede günümüz dünyasıyla büyük benzerlikler göstermektedir. Bunalım, filmin baş rol oyuncusudur. Psikolojinin çok önemli yer tuttuğu bu film; bu açıdan klasik sinemaya çok uzaktır. Conrad'ın çevreye uyum sağlayamaması (belki de çevrenin ona uyum sağlayamaması) en önemli kişisel kaygılardan biridir.
Alışılmışın dışında terapi sahneleri içeren bu film, duyarsızlığa olduğu kadar "hissisleşmeyede" vurgu yapar. Conrad, yaşadığı bu olay sırasında "hissisleşmiştir." Bu açıdan kendini suçlu hissetmektedir. Özellikle babasının onun için endişelendiğini gördükçe gittikçe "kaybolmaktadır."
Aile, ortalamanın üstünde bir ekonomik seviyede olan, görece mutlu bir ailedir. Sosyal çevrelerinin geniş olması baba için önemsizde olsa anne için çok önemlidir. Annenin en büyük amacı ailevi sorunların dışarıya taşmamasıdır. Onun için oğlunun durumundan çok ,insanların bunu bilmesi daha önemli bir sorundur.
Film bu noktada ilginçleşir. İnsanlar film boyunca Conrad'ı "sorunlu" görürler. Oysa iyi gözüken anne belki de asıl "sorunlu" kişidir. Küçük oğluna yakınlaşmak ve duygularını göstermek onun için çok zordur. Terapiye gitmek ise felakettir. Hayatını düzen üstüne oturtmuştur. Büyük oğlunun cenazesinde bile eşinin ne renk gömlek giyeceğini belirler. Ancak bu durum filmde eşinin desteğiyle dengelenir. Baba, sürekli eşini savunur. Ancak bunu gözü kapalı bir biçimde değil onun karakteri böyle diyerek...Ancak, Conrad'ın daha da kötüleşmesiyle eşine olan sevgisini gözden geçirmeye başlar.Benzer öykülü filmlerin aksine bu filmde baba-oğul sorunu değil anne-oğul sorunu işlenmiştir. İletişim bozuklukları filmin neredeyse tümüne yansır. Conrad, eski arkadaşlarıyla konuşamamaktadır. Sadece hastanede tanıştığı bir kızla ve terapistiyle dertleşir. Ancak bir süre sonra okulda tanıştığı bir kız arkadaşı sayesinde biraz da olsa kendini toparlar.
Müzikleriyle de dikkat çeken film en iyi film dahil 4 dalda oscar kazanmıştır. Hutton, aldığı oscarla o zamana kadar oscar kazanan en genç erkek oyuncu olmuştur.
İlginç bir not ise filmden yaklaşık 20 yıl sonra çekilecek olan Yüzüklerin efendisi Kralın Dönüşü kitabı filmin bir sahnesinde gözükür.
Ayrıca filmi sevenler olduğu kadar nefret edenler de vardır. Bunun nedeni filmin kötü olması değil, 1980 yılının önemli filmi Raging Bull'un yerine oscarı almasıdır:)
Yazıyı çok hoş bir sahnenin unutulmaz sözüyle kapatalım...
Anyway (her neyse)...
Onur ÇOBAN
LÜTFİ AKAD
Lütfi Akad Türkiye’de sinema dilinin oluşup gelişmesinde en büyük emeğe sahip olan yönetmenlerden biridir.
Bir romanda uyarlanan ilk filmi Vurun Kahpeye ile (1949) övgüyle karşılandı. Önemli bir gişe başarısı elde etmesi ona sinemada birçok avantaj sağladı. Daha sonra çektiği Lüküs Hayat, Tahir ile Zühre ve Arzu ile kamber filmleri başarısını daha da artırdı. Ardından en önemli filmlerinden biri olan Kanun Namına’yı çekti.(1952)www.onurcoban.com
Kanun Namına Türk sinemasındaki önemi tartışılmaz. Gerçek bir polisiye öyküden yola çıkılarak çekilen bu filmde ilk kez kamera tiyatro dekorundan çıkıp gerçek dünyaya çıkmaktadır. Tiplemeler, kamera hareketleri ve dinamik kurgusu ile o güne kadar yapılmış olan filmlere büyük bir üstünlük sağlamaktadır. Bu yıllarda Çalsın sazlar oynasın kızlar gibi bazı filmlerde çekmiştir.
Birçok başarılı filmin ardından Yaşar Kemal’in öyküsünde yola çıkarak Beyaz Mendil(1955) adlı filmini çekti. Bu filmle ilk kez köye yönelen yönetmen ayrıca gerçekçi bir anlatım benimsedi. Daha sonra Yalnızlar Rıhtımı(1959),Yangın var(1960),Üç tekerlekli Bisiklet(1961) gibi filmler çekti.Ayrıca Tanrının bağışı orman(1964) isimli belgeseli yaptı.
Daha sonra en önemli eserlerinden olan Gelin(1973),Düğün(1973) ve Diyet(1974) adlı ünlü üçlemesini çekti.Gelin ve Düğün, göçle başlayan bir değişimin ve bu değişim içindeki var olma savaşının farklı açılardan işlenmiş öykülerdir.Diyet ise,büyük kente göç edenlerin sorunların işçi kesimindeki yansımalarıyla vermektedir.Düğün 1974 yılında Antalya Altın Portakal Film festivalinde en iyi film ve en iyi yönetmen ödüllerini kazanmıştır.
1975 yılında Ömer Seyfettin’in Ferman,Pembe İncili Kaftan,Diyet ve Topuz adlı öykülerini televizyon için çekti.Ayrıca Bir ceza Avukatının anıları gibi bazı televizyon eserlerinde görev aldı.
Lütfi Akad,1950’lere kadar tiyatrocuların egemenliğinde kalmış olan Türk Sinemasını kendine özgü nitelikler kazanması için çalışmış, bunu da başarmıştır. Konulara gerçekçi bir yaklaşım,gerçek insan tipleri ve davranışları filmlerinde oldukça fazla bir şekilde kullandığı metotlardır.Sinemacılar dönemi onunla birlikte başlamıştır.Bu ve bunun gibi birçok nedenden ötürü Lütfi Akad Türk Sinemasının en önemli yönetmenlerinden biridir.
ONUR ÇOBAN
İ.Ü. İletişim Fakültesi RTS