Ordinary People (sıradan insanlar) 1980 yılında usta oyuncu Robert Redford'un ilk yönetmenlik denemesi...
Donald Sutherld, Mary Tyler Moore, Judd Hirsch ve Timothy Hutton'un başrollerini paylaştığı bir aile dramı...
Jarret ailesinin iki oğlundan biri, bir deniz kazasında hayatını kaybetmiştir. Bu olaya tanık olan küçük kardeş yaşadığı bunalım sonucu intihar girişiminde bulunmuş ve son anda kurtarılmıştır. Uzun süren bir hastane tedavisinin ardından okuluna geri dönsede çevreye uyum sağlamakta zorlanmaktadır. Conrad'ın bu içine kapalı durumu özellikle babasını çok endişelendirmektedir. Ancak annesi için aynı şey geçerli değildir. Annesi, yaşanılan bu dram sonucu oğluna mesafe koymuştur. İnsanlara, ailesinin eskisi gibi olduğunu gösterme amacı gütmektedir. Bu sırada Conrad bir psikolog olan Dr. Berger ile konuşmakta ve düzelmeye çabalamaktadır.
Film 1980 yılında geçsede günümüz dünyasıyla büyük benzerlikler göstermektedir. Bunalım, filmin baş rol oyuncusudur. Psikolojinin çok önemli yer tuttuğu bu film; bu açıdan klasik sinemaya çok uzaktır. Conrad'ın çevreye uyum sağlayamaması (belki de çevrenin ona uyum sağlayamaması) en önemli kişisel kaygılardan biridir.
Alışılmışın dışında terapi sahneleri içeren bu film, duyarsızlığa olduğu kadar "hissisleşmeyede" vurgu yapar. Conrad, yaşadığı bu olay sırasında "hissisleşmiştir." Bu açıdan kendini suçlu hissetmektedir. Özellikle babasının onun için endişelendiğini gördükçe gittikçe "kaybolmaktadır."
Aile, ortalamanın üstünde bir ekonomik seviyede olan, görece mutlu bir ailedir. Sosyal çevrelerinin geniş olması baba için önemsizde olsa anne için çok önemlidir. Annenin en büyük amacı ailevi sorunların dışarıya taşmamasıdır. Onun için oğlunun durumundan çok ,insanların bunu bilmesi daha önemli bir sorundur.
Film bu noktada ilginçleşir. İnsanlar film boyunca Conrad'ı "sorunlu" görürler. Oysa iyi gözüken anne belki de asıl "sorunlu" kişidir. Küçük oğluna yakınlaşmak ve duygularını göstermek onun için çok zordur. Terapiye gitmek ise felakettir. Hayatını düzen üstüne oturtmuştur. Büyük oğlunun cenazesinde bile eşinin ne renk gömlek giyeceğini belirler. Ancak bu durum filmde eşinin desteğiyle dengelenir. Baba, sürekli eşini savunur. Ancak bunu gözü kapalı bir biçimde değil onun karakteri böyle diyerek...Ancak, Conrad'ın daha da kötüleşmesiyle eşine olan sevgisini gözden geçirmeye başlar.Benzer öykülü filmlerin aksine bu filmde baba-oğul sorunu değil anne-oğul sorunu işlenmiştir. İletişim bozuklukları filmin neredeyse tümüne yansır. Conrad, eski arkadaşlarıyla konuşamamaktadır. Sadece hastanede tanıştığı bir kızla ve terapistiyle dertleşir. Ancak bir süre sonra okulda tanıştığı bir kız arkadaşı sayesinde biraz da olsa kendini toparlar.
Müzikleriyle de dikkat çeken film en iyi film dahil 4 dalda oscar kazanmıştır. Hutton, aldığı oscarla o zamana kadar oscar kazanan en genç erkek oyuncu olmuştur.
İlginç bir not ise filmden yaklaşık 20 yıl sonra çekilecek olan Yüzüklerin efendisi Kralın Dönüşü kitabı filmin bir sahnesinde gözükür.
Ayrıca filmi sevenler olduğu kadar nefret edenler de vardır. Bunun nedeni filmin kötü olması değil, 1980 yılının önemli filmi Raging Bull'un yerine oscarı almasıdır:)
Yazıyı çok hoş bir sahnenin unutulmaz sözüyle kapatalım...
Anyway (her neyse)...
Onur ÇOBAN
Jarret ailesinin iki oğlundan biri, bir deniz kazasında hayatını kaybetmiştir. Bu olaya tanık olan küçük kardeş yaşadığı bunalım sonucu intihar girişiminde bulunmuş ve son anda kurtarılmıştır. Uzun süren bir hastane tedavisinin ardından okuluna geri dönsede çevreye uyum sağlamakta zorlanmaktadır. Conrad'ın bu içine kapalı durumu özellikle babasını çok endişelendirmektedir. Ancak annesi için aynı şey geçerli değildir. Annesi, yaşanılan bu dram sonucu oğluna mesafe koymuştur. İnsanlara, ailesinin eskisi gibi olduğunu gösterme amacı gütmektedir. Bu sırada Conrad bir psikolog olan Dr. Berger ile konuşmakta ve düzelmeye çabalamaktadır.
Film 1980 yılında geçsede günümüz dünyasıyla büyük benzerlikler göstermektedir. Bunalım, filmin baş rol oyuncusudur. Psikolojinin çok önemli yer tuttuğu bu film; bu açıdan klasik sinemaya çok uzaktır. Conrad'ın çevreye uyum sağlayamaması (belki de çevrenin ona uyum sağlayamaması) en önemli kişisel kaygılardan biridir.
Alışılmışın dışında terapi sahneleri içeren bu film, duyarsızlığa olduğu kadar "hissisleşmeyede" vurgu yapar. Conrad, yaşadığı bu olay sırasında "hissisleşmiştir." Bu açıdan kendini suçlu hissetmektedir. Özellikle babasının onun için endişelendiğini gördükçe gittikçe "kaybolmaktadır."
Aile, ortalamanın üstünde bir ekonomik seviyede olan, görece mutlu bir ailedir. Sosyal çevrelerinin geniş olması baba için önemsizde olsa anne için çok önemlidir. Annenin en büyük amacı ailevi sorunların dışarıya taşmamasıdır. Onun için oğlunun durumundan çok ,insanların bunu bilmesi daha önemli bir sorundur.
Film bu noktada ilginçleşir. İnsanlar film boyunca Conrad'ı "sorunlu" görürler. Oysa iyi gözüken anne belki de asıl "sorunlu" kişidir. Küçük oğluna yakınlaşmak ve duygularını göstermek onun için çok zordur. Terapiye gitmek ise felakettir. Hayatını düzen üstüne oturtmuştur. Büyük oğlunun cenazesinde bile eşinin ne renk gömlek giyeceğini belirler. Ancak bu durum filmde eşinin desteğiyle dengelenir. Baba, sürekli eşini savunur. Ancak bunu gözü kapalı bir biçimde değil onun karakteri böyle diyerek...Ancak, Conrad'ın daha da kötüleşmesiyle eşine olan sevgisini gözden geçirmeye başlar.Benzer öykülü filmlerin aksine bu filmde baba-oğul sorunu değil anne-oğul sorunu işlenmiştir. İletişim bozuklukları filmin neredeyse tümüne yansır. Conrad, eski arkadaşlarıyla konuşamamaktadır. Sadece hastanede tanıştığı bir kızla ve terapistiyle dertleşir. Ancak bir süre sonra okulda tanıştığı bir kız arkadaşı sayesinde biraz da olsa kendini toparlar.
Müzikleriyle de dikkat çeken film en iyi film dahil 4 dalda oscar kazanmıştır. Hutton, aldığı oscarla o zamana kadar oscar kazanan en genç erkek oyuncu olmuştur.
İlginç bir not ise filmden yaklaşık 20 yıl sonra çekilecek olan Yüzüklerin efendisi Kralın Dönüşü kitabı filmin bir sahnesinde gözükür.
Ayrıca filmi sevenler olduğu kadar nefret edenler de vardır. Bunun nedeni filmin kötü olması değil, 1980 yılının önemli filmi Raging Bull'un yerine oscarı almasıdır:)
Yazıyı çok hoş bir sahnenin unutulmaz sözüyle kapatalım...
Anyway (her neyse)...
Onur ÇOBAN
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder